Orhan Pamuk’ta her zaman bir Türkçe problemi oldu. Türkçesi sık sık eleştirilen bir gazeteci olarak bunu benim söylemem abes kaçabilir belki, ama bu dili hepimizden daha iyi kullanan üstadların yıllardır üzerinde durduğu en temel eleştiri Pamuk’un okumayı zorlaştıran kötü cümle yapısı ve dil kullanımı.
Murathan Mungan‘ın “Yüksek Topluklar” romanının baş kahramanı Nermin dönemin modasına uygun olarak masasında duran “Yeni Hayat” romanını bir türlü okuyamamaktan yakınır. “Yeni Hayat” 90’larda gerçekten de modaydı, ama bir o kadar konuşulan konu da romanın okunmasının ne kadar zor olduğuydu.
“Beyaz Kale”yle birlikte oryantalizm formülünü çözüp Batı’da kabul görmeye başlayınca Orhan Pamuk’un dili iyice dünya okuruna hitap etmeye başladı. Bunun ilk izleri “Kara Kitap”ta da vardı, ancak bu kitap Batı’da bir türlü kabul görmedi.
Pamuk uzun yıllar bu ilgisizliği kötü çeviriye bağladı, ama romanla ilgili temel problem yapısının fazlasıyla Türkçe olması, referansların Türk okuruna hitap etmesi, kitabı belki de güzel kılan içindeki büyüyü en kolay Türklerin çözebilmesiydi.
Sonradan Pamuk ‘açıklayan’ yazar olmaya başladı.
Geçen hafta Yapı Kredi Yayınları‘ndan çıkan “Kafamda Bir Tuhaflık” romanı bir-iki eksik dışında neredeyse bütün romanlarını okuduğum Pamuk’un benim açımdan en yapmacık, en zor okunan yapıtı oldu. Müthiş zorlama ve yapay bir dille yazılmış adeta. Pamuk’un romanları kolay çevrilsin, cümleler yabancı dillere kolay aktarılsın diye bir kaygıyla yazdığını (kendisi hiçbir zaman kabul etmese de) anlamak zaten mümkün...
“Kafamda Bir Tuhaflık”la bu gizli formül uygulanışı doruğa çıkmış.
Romanın belli kısımlarında neredeyse Wikipedia’dan alınmış gibi duran açıklamalar var: Boza satıcısı Mevlut’ün hikayesi anlatılırken bozanın nasıl bir içecek olduğunun tarifi de veriliyor. Hatta yazar romanının kendi kurgusunda bunu doğrudan ‘yabancı okurlara açıklayayım’ diye çekinmeden yazıyor: “...[B]u içeceğin darının mayalanmasıyla yapılan, ağır kıvamlı, hoş kokulu, koyu sarımsı, hafifçe alkollü geleneksel bir Asya içeceği olduğunu hemen söyleyeyim ki...”
Yabancı basına yazılan bir haberde boza gibi Batılının aşina olmadığı bir içecekten bahsedilecekse böyle bir açıklama uygun kaçabilir, ama romanın ritmi ciddi anlamda bozuluyor. Yabancı baskılara ‘çevirmenin notu’ koymak daha doğru olabilirdi.
Mesela Japon yazar Haruki Murakami‘nin herhangi bir kitabında “Sushi buharda pişen pirinç üzerine konan çiğ balıktan oluşan bir Japon yemeğidir” diye bir açıklama görmedim. Sushi belki bozadan daha evrensel olabilir, ama aynı zamanda Google çağındayız. Pamuk’un bozanın ne olduğunu merak eden okurunun kolaylıkla bu bilgiye ulaşabileceğine inanmak istiyorum.
Açıkçası ben içinde ‘horchata’ geçen bir romanda bu Meksika içeceğinin ne olduğunun açıklamasını okuduğumu hatırlamıyorum.
Orhan Pamuk doğrudan birkaç işi birden yapıyor: İngilizce’ye hazır yazıyor kitaplarını, çevirmenin işini kolaylaştırıyor, bir de okuru araştırma zahmetinden kurtarıyor.
Genel eleştirilerin aksine ben bugüne kadar Pamuk’un fazlasıyla okunabilir bir yazar olduğunu düşündüm; kolaylıkla bir uçak yolculuğunda soluksuz okuyup bitirdiğim “Yeni Hayat”ı en sevdiğim romanlar arasına koyabilirim. Asla zor okunmuyor.
Ama “Kafamda Bir Tuhaflık” akmıyor. Galiba en iyisi Türkçe baskıyı bırakıp İngilizcesini okumak.
Umarım ‘kafasında boza pişirmek’ deyimini de İngilizceye kazandırır çevirmeni.

Rasih Nuri İleri’nin ardından

Tablolar kime kalacak?

Okan Bayülgen’in Galata’daki Doğan Apartmanı’nda üç daire birden alıp oraya taşınmasının tek bir nedeni var: Gençliğinde Rasih Nuri İleri‘nin evinde geçirdiği günlerin büyüsünü bir türlü üzerinden atamaması.
Türkiye’nin en ünlü soy ağaçlarından birine sahip İleri’yi geçtiğimiz günlerde kaybettik. Eğer hayat eskiden planlandığı gibi olsaydı Bayülgen sadece İleri’nin komşusu olmakla kalmayacak, eski sevgilisi Emel üzerinden akrabası da olacaktı.
Bayülgen’le Emel’in, dolayısıyla da ailenin bağı hiçbir zaman kopmadı. Hep Rasih Nuri İleri‘nin etrafındaydı, hep o günlerin çocuğuydu.
Doğan Apartmanı’ndaki o ev sadece Türkiye’nin entelektüel hayatının merkezlerinden biri değil, aynı zamanda kendi çapında ciddi bir sanat galerisi de sayılabilir. Müthiş bir koleksiyon var orada.
Rasih Nuri’nin kuzeni Abidin Dino’nun eserlerini saymıyorum... Bedri Rahmi Eyüboğlu, Mehmet Nazım ve hatta Dali bile olduğu söyleniyor duvarlarda.
Bakalım bu tablolar kime kalacak...
İleri’nin üç çocuğu vardı... Şu anda sadece tek bir oğlu hayatta, Mehmet İleri. Kızı Leyla İleri’yi yıllar önce kaybettik, Mustafa Suphi’yi de... Ancak kuzenler, yeğenler hayatta...
Kime kalırsa kalsın, bu eserlere çok iyi bakılacağına eminim. Belki bir seferlik ödünç verilir ve bir yerde sergilenir ve biz de bu koleksiyonu görme fırsatı buluruz.

Defoe ve Orwell neden alkışlar?

Alev Alatlı’nın kodları!..

Akademisyen Alev Alatlı’nın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı yere göğe sığdıramayan konuşması olay oldu. Türkiye’nin kafası en farklı çalışan aydınlarından biri bu algıyı Erdoğan’ı överek yerle bir etti. Orwell de, Defoe da Erdoğan’ı ayakta alkışlarmış güya...
Orwell göndermesini az çok anladım; zaten Alatlı da Erdoğan’ın oligarklara kafa tuttuğunu, bunu da Orwell’in takdir edeceğini düşündüğünü açıkladı.
İlk başta acaba Alatlı mevcut cehalet ortamından faydalanıp içten içe dalga mı geçiyor diye düşündüm. Ama o ısrarlı çıktı, zorlama benzetmelerine ciddi entelektüel kılıf uyduruyor. Ancak Defoe‘nun neden alkışlayacağını anlamadım. Zira dünyanın ilk romanlarından olmasına rağmen son derece ırkçı bir roman olan ve köleliği savunan Robinson Crusoe’nun yazarı neden Türkiye’nin Cumhurbaşkanı’nı alkışlayabilir? Eşit derece ırkçılıktan mı? Yoksa kölelikten mi?
Hayır hayır, zannedersem Alatlı yine zorlama bir gönderme yapıyor. Defoe yazdıklarından dolayı 1703 yılında boyunduruğa mahkum edilmişti. Herhalde Erdoğan’ın kısa bir süre şiir yüzünden hapiste yatmasına gönderme... Gerçi Erdoğan’ın otel konforundaki hapishane şartlarını, günde bilmem kaç yüz ziyaretçiyi öğrense Defoe yine de alkışlar mıydı emin değilim.
Emin olduğum tek şey Alev Alatlı’yı bizim alkışlamayacağımız, acıyacağımız.

İletişim: Bana Twitter, Facebook ve Instagram’dan ulaşabilirsiniz: @orayegin.