Devlet dediğimizde akıllara üç kavram gelir: Nüfus, toprak ve hâkimiyet. Bunlar aynı zamanda devletin şahsiyetini/kişiliğini ortaya koyar.
Devlet bir nevi “şahıslar” gibidir; sözler verir, antlaşmalar yapar, borçlanır, vs...
Aslında ülkenin tüm kurumlarının adıdır devlet.
Devlet yapılanmasını, ülkenin başına geçen hükümetler ve ortaya koydukları politikaları belirler. Devlet ile hükümet, kalabalık kitleler nezdinde birdir.
Oysaki hükümetler geçici, devlet kalıcıdır.

Bu girişi neden yaptım

Tarih boyunca oluşmuş/kokuşmuş yanlış politikalar veya yaşanmış acılar üzerinden yapılan siyaset hayır getirmez. Dolayısıyla gerek iç, gerek dış politikada acıları taze tutmanın ve sürekli öne sürmenin masumca olduğunu kimse iddia edemez.
Tam da bu noktada önü arkası hesap edilmeden yetkililer tarafından yapılan, devleti ve devletin şahsiyetliliğini zedeleyecek her türlü söz/davranış ve verilen taviz, ülkenin geleceğine dinamit koymak demektir.
Devletlerin tarihinde; çıkışlar inişler, doğrular yanlışlar, dahiler deliler, kahramanlar hainler, vs. var olabilir. Devlet kendi insanına zulmetmiş/haksızlık yapmış da olabilir; peki onaylanabilir mi? Elbette hayır.
Ayrıca halı altına süpürülen her sorunun kangrenleştiğini de hepimiz çok iyi biliyoruz.
Demokratik haklar ve özgürlükler temelinde bu problemlere çözüm aramakla sorumludur hükümetler. Ancak çözüm üretelim derken çok daha büyük problemler üretmenin mantığı yoktur. Hele bulunduğumuz geminin dibini delmeye çalışmak, vatan-bayrak duygusu bir yana, insanımıza ihanettir.
Aceleye getirilmeksizin, derinlikli tartışmalardan geçerek, günlük politikaların esiri olmadan her konuyu ele almak; yetkililerin, siyasilerin, entelektüellerin görevidir.

Ermeni meselesi ve Papa

San Pietro Bazilikası’nda yapılan “Ermeni Şehitliğinin 100. yılı için ayin” töreninde Ermeni cemaatine seslenirken, son yüzyılda yaşanan üç büyük trajediden bahisle, uluslararası mahkemeler tarafından temellendirilmemiş “Ermeni soykırımı” ifadesini kullanan Papa, Türkiye’yi hedef aldı. Üstelik kendince tüm acıları “hatırlamak gereklidir, hatta zorunludur” diyerek dünya Hristiyanlığını birlikteliğe çağırdı.
1915 olayları ortak acıların, müşterek hafızanın, karşılıklı duyguların yaşandığı bir tarihtir. 1915 olayları, Osmanlı dünyası için çetin bir imtihanın doğrudan doğruya içinde olduğu bir dönemdir. 93 Harbi (Osmanlı-Rus Savaşı 1877-78), Balkan Savaşları (1912-13), Birinci Dünya Savaşı (1914-18) ve ardından çok cephede mücadele verdiğimiz Kurtuluş Savaşı (1919-22) ağır faturaların ödendiği savaşlardır.
Sadece Balkan Savaşlarında, 5,5 milyon vatandaşımız öldürülmüş, 5 milyon vatandaşımız zorla göç ettirilmiştir.
93 harbinde 1 milyon vatandaşımız katledilmiş, 1,5 milyon insanımız ise vatanından kovulmuştur.
Kadınları, çocukları öldüren Ermeni çetelerinin katliamlarından bahsedilir.
Bunları yaraları kaşımak adına söylemiyorum.
Eğer ortada bir durum varsa fotoğrafın bütününe bakmak durumundayız.
Acıları yarıştırmak kimseye fayda getirmeyecektir. Eski Vatikan Büyükelçimiz Prof. Dr. Kenan Gürsoy’un ifadesiyle “Etik anlamda sadece tek bir taraftan meseleleri görmek, bütün bir evrenselliği ve dolayısıyla kucaklayıcılığı ortadan kaldırır.”

Papa’nın siyaseti

Burada üzerinde durulması gereken esas konu Papalığın siyasete soyunmuş olması ve bunu da açıktan yapmasıdır. Bu ateşle oynamaktır.
Yıllarca süren din ve mezhep savaşlarının vahşet görüntüleriyle doludur tarih çöplüğü.
Dünyanın gözü üzerinde olan Papalığın siyasete soyunması, hukukun da üstüne çıkarak dünya barışını doğrudan tehdit etme ihtimalini içinde barındıran adeta bir fetva üslubu, Hristiyanlık dininin ana ilkeleri olan kan dökmeme-barış esprisiyle örtüşmediği gibi Hocam Gürsoy‘un ifadesiyle “acıyı merkeze çekerek Hristiyanlık Birliği oluşturulma çabası” felakete davetiyedir. Biz eziyet çektik, birlikte mücadele vermek zorundayız mesajı verilmektedir.
Tam da dünyanın barış aradığı bir dönemde bu tehlikeli tavrı anlamak zor.
Bazen büyük felaketler için tek kıvılcım yeter.
Düşünmek bile ürkütücü.
Hani dünya çapında barış iddiaları ve çalışmaları vardı Papalığın?
Hülasa;
Papa’nın konuşması üstü kapalı, inceltilmiş bir nefret söylemidir.
Bu tek taraflı bakışla Papa, haç ve hilal arasındaki kavgayı sürdürmek pahasına; ahlaka, adalete ve vicdana ters düşen ifadeleriyle, makamının ve Hristiyanlığın kirli bir camın arkasından seyredilmesine neden olmuştur.