Paul Elliott Singer, adını hiç duydunuz mu?
Pek sanmam...
Tanımanız şarttır; “Baş Akbaba” olarak bilinir!...
Tarih: 22 Ağustos 1944.
New York Manhattan’da doğdu.Yahudi bir ailenin çocuğuydu; annesi ev kadını, babası eczacıydı.
New York’taki Rochester Üniversitesi’nde okudu ve Harvard Hukuk Fakültesi’nde doktora yaptı.
1974’te Wall Street’teki Donaldson, Lufkin& Jenrette (DLJ) adlı finans şirketinin gayrimenkul bölümünde avukat olarak işe başladı. Üç yıl sonra...
Ailesinden ve çevresinden topladığı paralarla kendi fon şirketini kurdu: Elliott Management Corporation.
Yıllar içinde 25 milyar dolar tutarındaki hedge fonlarını yönetti.
Hedge fonu ne midir?
Bizim, Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) mevzuatında serbest yatırım fonları olarak geçmektedir. Kibar tanımları boş verin; “Akbaba Fonu”dur; tefecilik diyebilirsiniz!
Yapılan işlem; ucuza sıkıntılı borç alıp sonra bunu kârla satmaktır!
Peki.. Kimden ucuza sıkıntılı borç alınır; bizim gibi az gelişmiş ülkelerden!
Dünyada yönetilen 2 trilyon dolar civarında hedge fonu olduğu bilinmektedir. Bir yılda milyarlarca dolar bu -süper zenginlerin yatırım fonu olarak bilinen- hedge fonları vasıtasıyla kazanılır. Evet...
“Kumarhane ekonomisi” olarak nitelendirilen neoliberalizmin zenginlik aracıdır bu fonlar.
Bu nedenle... 1990’lı yıllardan 2008 yılında yaşanan küresel kriz dönemine kadar hedge fonları patlama dönemini yaşadı.
Bir yerde sıkıntılı borç alıp verme işi varsa mutlaka orada bir avukat olması lazım!
Paul Elliott Singer sadece ABD’nin en büyük hedge fonlarından birini yönetmiyor; avukat olduğu için alacağını ülkelerin gırtlağına basarak yapıyor.
Anladığınız gibi, yavaş yavaş asıl konumuza geliyoruz...

Sosyal demokrat ihanet


Tarih: 16 Haziran 2014.
ABD Anayasa Mahkemesi, milyar dolarlık borç davasıyla ilgili kararını verdi.
Taraflardan biri Arjantin idi; hedge fonlara yapılandırılmış tahvil borçlarını ödeyemiyordu. (Bu hale nasıl getirildiği ayrı bir yazı konusudur.) Arjantin’in borcu 630 milyon dolardan 2.3 milyar dolara çıkmıştı! “Dolar başına 33 sent ödeyeyim” diyordu ama karşı taraf kabul etmiyordu!
Karşı taraf, - “Baş Akbaba” Paul Elliott Singer’a ait- Cayman Adaları menşeli NML Capital idi.
Anayasa Mahkemesi Arjantin aleyhine karar verdi; borcun hemen ödenmesini istedi. Arjantin reddetti.
Aynı günlerde...
ABD medyası Arjantin’deki “demokrasi sorununu”, “basın özgürlüğünü” dünya gündemine getirdi! Neler yazmadılar ki; “Arjantin Nazilere kol kanat germeye devam ediyor!”
“Baş Akbaba” Singer, Arjantin’in Gama açıklarındaki gemisine el koydu ve Arjantin borcunu ödemezse yurtdışındaki tüm mal varlıklarını alacağını açıkladı!
Sadece Arjantin mi?..
Paul Elliott Singer adı; Peru, Zambiya, Kongo ve Nikaragua krizlerinde de öne çıktı. Bu yoksul ülkelerden milyonlarca dolar kazandı.
Direnen ülke de oldu: İzlanda!
2000’li yılların başında... Bu küçük ülke “kumarhane ekonomisini” kabul etmeden beş yıl önce dünyanın en zengin ülkelerinden biriydi. Ne olduysa 2003’te -yabancı sermayeyi ülkeye çekmek amacıyla- tüm bankalarını özelleştirmesiyle oldu. Dört yıl sonra İzlanda’nın borcu GSMH’sinin dokuz katıydı! Tekrar üç ana bankayı (Landbanki, Kapthing, Glitnir) millileştirmek isteseler de iş işten geçmişti. Ulusal parası Kroner yüzde 85 değer kaybetti. İzlanda iflasını ilan etti. Neoliberalizme boyun eğen sosyal demokrat hükümet istifa etti. Nisan 2009’daki seçimi Sol Kanat Koalisyon kazandı. Ve yeni hükümet, neoliberalizm yükünü/borçları halka ödetmeyeceklerini açıkladı. Borcu alanlar ve krizin sorumluları hakkında soruşturma açtı.
“Akbabalar” ve ülkeleri baskıyı artırdı; “sizi Küba gibi izole ederiz!”
İzlanda referanduma gitti; yüzde 93 borcun ödenmesine karşı çıktı.
AB katılım müzakerelerini süresiz dondurdular.
İzlanda’nın direnişi hâlâ sürüyor.
Tıpkı bugün Yunanistan’da olduğu gibi...

LGBT’ye yardım


Size direnen İzlanda halkının mücadelesini anlatmazlar.
Size Yunanistan’da aslında ne olduğunu anlatmazlar.
Size “akbabaların” gerçek yüzlerini anlatmazlar.
“Filantropi” nedir bilir misiniz?
İnsanların ekonomik ve sosyal şartlarının yükseltilmesidir/hayırseverlik’tir.
İnsan hakları, barışı korumak, demokrasiyi geliştirmek, basın özgürlüğünü yükseltmek gibi gayeleri hedefleyen insanseverlik’tir.
19’uncu yüzyılda İngiltere’de 20’nci yüzyılda ABD’de modaydı.
Moda hâlâ sürüyor...
Filantropi, gerçeği saklamanın maskesi olarak kullanılıyor.
“Akbabaların” maskesidir. Örneğin...
Paul Elliott Singer adı medyada nasıl geçer:
ABD’deki eşcinsel evlilik hakkı kampanyası için LGBT’ye 425 bin dolar bağışladı.
Irak Savaşı’nda yaralanan gazeteci Bob Woodruff adına kurulan vakfa; ölen askerlerin çocuklarına yardım amacıyla kurulan “Özel Harekat Savaşçı Vakfı”, Afganistan ve Irak’taki Amerikalı askerlere yardım için kurulan “Amerikan Ruhu Vakfı” ve “New York Polis Vakfı”na 14 milyon dolar verdi.
Gazetecilerin “dostudur” Singer ve yazar Amerikan medyası; “ah ne talihsizlik; işadamı olmasaydı harika bir müzisyen olurdu!” Müzik vakıfları kurması bundandır!
Yetmez.. Yoksullar için “NewYork Gıda Bankası”nı kurar!
Ne kadar hayırsever değil mi?
Ve tabii ki medya “Baş Akbaba” Singer’in; Peru, Zambiya, Kongo ve Nikaragua’daki yoksulların nasıl kanını emdiğini yazmaz!
Evet... Filantropi güleryüzlü bir maskedir.
İşin özünü ABD stratejilerini belirleyen isimlerden Beyaz Saray danışmanı Zbigniew Brzezinski söylüyor:
“Bütün ülkelerin; insanları, hükümetleri, ekonomileri, çokuluslu bankaların ve şirketlerin ihtiyaçlarına hizmet eder.”
Komşumuz Yunan halkı bu oyunu bozmak istiyor; hepsi bu...