Adı, Kemal Kılıçdaroğlu...
İçimdeki sesin “Kemal Abi”si...
O karanlık günlerde çoğu kişi, sisler arkasına saklanırken, kılık değiştirirken, o hep hakikatlerin yanında durdu.
Kimileri gibi despot-zorba değildir; tahammülün adı’dır.
Kimileri gibi dar kafalı dogmatik-fanatik değildir; yüce gönüllülüğün-hoşgörünün adı’dır.
Fikir savaşlarının en mücadeleci kişileri, her daim pür heves kavgaya girenler olmaz; içlerinde bir kararın, bir yargının oluşması zaman alanlar vardır; Kılıçdaroğlu ikincisidir.
Kuşkusuz bir deha değildir; Atatürk gibi...
Kuşkusuz büyük pırıltısı yoktur; Ecevit gibi...
Ama, adam gibi adam’dır.
Yazılarımda “CHP lideri” diyorum. Bu biraz da duygusal nedenlerleCHP lideri” olmasını istediğimdendir.
Peki... Nasıl “CHP lideri” olabilir?
“CHP lideri” olmak için, pazar günü önemli bir adım atılmasına vesile oldu. Sözünü tuttu; parti milletvekili aday adaylarını önseçime soktu. Yetmedi, kendi de girdi.
Ve: Parti içi demokrasinin nasıl olacağını ispatladı.
Fakat bu yeterli değildir.
Öyle bir koltukta oturmaktadır ki:
1946 ruhunu gerçekleştiren partidir CHP...
1950’de iktidarı gönül rahatlığıyla devretmiş partidir CHP...
Yani... Sadece ülke kurmakla, devrim yapmakla kalmamış; bu topraklara demokrasiyi getiren partidir CHP...
Şimdi...
Kılıçdaroğlu’nun bunun devamı getirerek “CHP lideri” olma fırsatı önünde durmaktadır.
Şöyle...

Kanatları altında

Filozof Voltaire hep şu sözlerle tanımlanır:
“Söylediklerinizin hiçbirine katılmıyorum; fakat bunları söyleme hakkınızı ölünceye kadar savunacağım.”
Düşünce özgürlüğü yolundaki mücadeleyi en özlü bir biçimde sanıyorum bu söz yansıtır.
12 Eylül 1980 askeri darbesinin dayattığı siyasi partiler yasası düşünce özgürlüğünün önüne büyük bir duvar ördü. Bunun en temel göstergesi, seçimlerdeki yüzde 10 barajı...
Diyeceksiniz ki, “bu yazdıklarınızın Kılıçdaroğlu’nun CHP lideri olmasıyla ne ilgisi var?
Var...
Bu köşede ısrarla CHP’nin halk cephesi ittifakı kurmasını yazıyorum.
Çok kişi bunun boşuna bir uğraş olduğunu söylüyor. Bunu kabul etmiyorum.
Tıpkı çok partili siyasi hayata geçilen 1946 ruhu gibi...
Tıpkı seçimi kaybedip iktidarı veren 1950 ruhu gibi...
Kılıçdaroğlu, yeni bir adım atmalıdır.
Şöyle demelidir:
“Arkadaş, 12 Eylül’ün faşist yasası AKP koruması altında siyasi partilerin TBMM çatısı altında temsilini zorlaştırmaktadır. Biz bu barajın kaldırılmasını istedik ama AKP kabul etmedi. Diyoruz ki; düşüncelerine katılmasak da her partinin Meclis’te yer almasını istiyoruz. Seçim barajı engelini biz yıkacağız. Baraj altında kalması muhtemel partileri kanatlarımız altında Meclis’e sokacağız. Evet, Meclis’e girdikten sonra kimi milletvekillerinin CHP’den ayrılıp partilerine döneceğini bile bile bunu yapacağız. Biz çok sesliliğe inanıyoruz. Biz demokrasiye inanıyoruz...”
CHP bunu yaparsa ne
kaybeder? Hiç.
CHP bunu yaparsa ne
kazanır? Çok.
CHP ülkeye yeni bir demokrasi ruhu getirir.
CHP ülkeye yeni bir heyecan getirir.
Ve...
Kılıçdaroğlu işte bunu gerçekleştirdiği an “CHP lideri” olur.
Ezberleri bozar...
Demokrasinin yüzündeki maskenin aralanmasına hizmet eder.
Bir hırsız zorbaya karşı, vicdanın ittifakını kurar...
Tek yapacağı kontenjan adaylarının bir küçük bölümünü barajzede partilere vermektir.
Değmez mi?
Bakınız...

Heyecansız olmaz

Gezi Direnişi’ne kaç milyon kişi katıldı?
Bilmiyoruz; Emniyet Raporu’na göre -ne kadar gerçeği yansıtır, tartışılır- 2.5 milyon kişi katıldı. Diyelim ki, doğru!
Peki, CHP’nin kaç üyesi var; 900 bin küsur; 1 milyon diyelim.
CHP milletvekili aday adayları önseçimine katılım düşük oldu yüzde 50.
Gezi’ye CHP üyelerinin katılmadığını düşünemeyiz. Demek ki Gezi mücadelesine katılanlar önseçim sandığına gitmemişti!
Bunun üzerinde durmak gerekmiyor mu:
Bu kadar çok milletvekili aday adayının yarıştığı önseçime CHP’liler neden ilgi göstermedi?
Bu toprakların en büyük sorunu gerçekçi olmamaktır.
Meselelerimizi tartışmak, yüzleşmekten kaçınırız. Halk deyimiyle söylersek, sorunlarımızı hep halının altına süpürürüz.
Oysa...
Amacımız; korku karanlığını yıkıp sabahın kızıllığını görmek ise gerçekçi olmak zorundayız.
Gören gözlere ihtiyacımız var.
Görmek ise ancak akılla mümkündür.
O halde...
Önseçim CHP’de şu gerçeği ortaya çıkardı:
CHP’de heyecan eksikliği/coşkusuzluk var!
Tarihten biliyoruz ki...
Hiçbir büyük iş heyecan olmadan başarılamaz.
Heyecanı olmayan partiler alelâde işlerle yetinir.
Evet... Salt coşkuyla seçim kazanılır; AKP bunun örneğidir.
Bugün heyecanı olan tek parti, HDP’dir.
Coşkusuz CHP’nin yapacağı tek iş; halk cephesi ittifakı kurarak büyük bir heyecan dalgası yaratmaktır.
Kemal Abi’nin bunu başararak “CHP lideri” olacağı umudunu hâlâ koruyorum...
Sadece Kılıçdaroğlu’ndan emin değilim...
NOT: Enis Berberoğlu, büyük utancın adı’dır. Onunla ilgili sadece bir cümle yazdım; “Atilla Serteller, Mustafa Balbaylar, Melda Onurlar, Barış Yarkadaşlar önseçime giriyor da; gazeteci-yazarları kovan, biat için Pensilvanya’ya gidip el öpen, ‘AKP ile ilişkileri iyi’ diye Hürriyet genel yayın yönetmenliğine oturtulan Enis Berberoğlu neden kontenjan adayı oluyor?” Bunu yazdım diye, Berberoğlu her yerde benimle ilgili yalan sözler sarf ediyor. Yanıt vermeyeceğim. Kişiliğinin-mizacının ne olduğunu herkes biliyor. Benim tek merakım, neden paraşütle CHP milletvekili yapılacağıdır. Üstelik bu, benim değil CHP’nin sorunudur.