Tespit 1)
Karolin Fişekçi, Orhan Pamuk’tan ayrıldıktan sonra -kendi ifadesiyle- Türkiye’nin ilk fendom erotik romanını yazdı; İtaatkar!
Romanın erkek kahramanı ünlü bir sanatçıydı.
Romanda ilgimi bu ünlü sanatçının özel hayatındaki konuşma ses tonuyla dışarıda konuştuğu ses tonunun farklı olduğu bilgisi çekti!
Roman kahramanı imaja çok önem veriyordu...
Tespit 2)
“Dişi Orhan Pamuk” olmak için çırpınıp duran Elif Şafak kitabının İngilizce çevirisine adını “Elif Shafak” diye yazdı! Evet, onun için de imaj her şeydi...
Biliyoruz ki: “İmaj imalatçısı” Cihangir-Nişantaşı medyası bu iki ismi yere göğe koyamıyor.
Ne ilginçtir, aynı çevre Levent Kırca’yı sevmiyor! Niye?
Çünkü:
Levent Kırca gerçek/sahici.
Diğerleri imalat ürünü naylon!
Levent Kırca sevincini, üzüntüsünü, eleştirisini, siyasi rengini hiç saklamıyor. Rol yapacaksa bunu sadece tiyatro sahnesinde-beyazperdede yapıyor.
Levent Kırca çoğunluğa uyup iktidarın gölgesinde var olmayı kabul etmiyor.
O, her dönemin muhalifi.
O, “Hoca Nasreddin gibi ağlayan, Bayburtlu Zihni gibi gülen” halkın sanatçısı.
Bu nedenle dobra dobra konuşuyor ve yazıyor.
Beğenmediğine “olmamış” diyor.
İkiyüzlülük yapanlara sözünü sakınmıyor “sahtekar” diyor.
Sığ olanlara “cahil” diyor. Ve....
Diktatöre “zorba” diyor.
Çünkü:
Aydınının en büyük özelliğidir; ülkesini, halkını karşılıksız sevmek. Halkı uyandırmak isteyen bir sanatçının dilinin ve kaleminin sivri olması kim için şaşırtıcı olabilir?
Peki ya diğerleri... Kendilerine bile yabancıdırlar; serbest piyasaya düşmüşlerdir; alınır ve satılırlar!
Ve bunlar her daim insanlığın büyük yıkımlarında ortaya çıkarlar...
Fark budur.
Biri halk sanatçısıdır, diğeri tüketim endüstrisi projesidir...
Biri ölümsüzdür, diğeri ölümlü...

Partili sanatçılar

F. Engels der ki: “İnsanlar yaşadıkları gibi düşünür!”
Popüler kültüre yenilmiş kimi meslektaşlarım için üzülüyorum.
Magazin gazeteciliği zor iştir; haber ile özel hayat dirsek dirseğedir. Hele habercilik adı altında piarcılık yaparsanız gazetecilik kimliğinizi yok edersiniz.
Hürriyet gazetesi Kelebek ekinde yazan Cengiz Semercioğlu beni şaşırtan arkadaşlarımdan. Zekası ve bilgisiyle gazeteciliğini çok iyi yerlere taşıyabilirdi.
Nedense Levent Kırca’yı sevmiyor. Önceki gün yazdıklarına inanamadım; Levent Kırca hastalığına karşı zorlu bir mücadele verirken, -sevgisizliğini öyle bir noktaya getirdi ki- sanatçının özel hayatına dair tamamen gerçek dışı satırlar kalemi aldı.
Magazin gazeteciliği zor derken bunu kastediyorum.
Tanığım Cengiz’in hatasını anlayıp düzeltme yapacağına inanıyorum.
Konu açılmışken...
Levent Kırca’nın “siyasete bulaşması” Cengiz Semercioğlu gibi kimi arkadaşlar tarafından küçümseniyor; bunun “marjinallik” olduğunu yazıyorlar!
Ne çocukça?
Sanat; bilincin eylemi değil mi; düşüncenin dışa vurumu değil mi?
Sanatı ideolojiden-siyasetten farklı düşünmek mümkün olabilir mi?
Nazım Hikmet partisiz miydi?
Picasso partisiz miydi?
Frida Kahlo partisiz miydi?
Neruda, Lorca, Brecht, Can Yücel...
Charlie Chaplin... Hangini yazayım; meslektaşlarım bunları bilmez mi?
“Olacak O Kadar” politik değil miydi?
Arkadaşlarımız nerelere savruldu böyle?
Ne diyordu Engels?..

BKM sineması

Hürriyet Kelebek ekinin, Yılmaz Erdoğan-Necati Akpınar ikilisinin sahibi olduğu BKM’nin bülteni gibi çıktığı bilinen bir gerçek.
Sanırım Kelebek ekini çıkaran yöneticilerin cumartesi sabahları Necati Akpınar ile kahvaltı yapmaları buna sebep oluyor!
Biliyoruz ki...
BKM yaptığı piar çalışmalarıyla film sektöründe hızlı tırmanışa geçti.
Sadece yapımcı değiller aynı zamanda dağıtımcılar.
Vizyona giren/girecek Türk filmleri BKM desteğini alamazlarsa işleri zor.
Peki...
BKM hangi kıstaslara göre filmlere destek veriyor?
Can alıcı soru budur. Yanıt için bir anekdot yazmalıyım...
Namık Kemal Zeybek Kültür Bakanı iken sinema salonlarında yüzde 25 oranında Türk filmi gösterimini zorunlu yapmak ister ve bunu yasa teklifi olarak TBMM’ye gönderir. Teklif, Plan ve Bütçe Komisyonu’na geldiğinde, dönemin Başbakanı Özal’a, ABD’de Başkanı Bush’tan telefon gelir; “ABD filmlerine kota koyamazsınız!” Teklif    hemen geri çekilir.
Kamuoyunu yönlendirmede sinema önemli bir araçtır.
Ve ABD, uyduruk filmleriyle Türk insanını aptallaştırmaya devam eder!
BKM’nin yaptığı da farklı değildir.  “Siyasi- ideolojik film yapmıyoruz”  diyerek alasını yaparlar. Düşünen, yaratan-üreten, özgür gençliği filmleriyle yozlaştırır ve buna  “siyasetsizlik”  derler!
Açılımlarda boy gösterirler; akil adam olurlar ama    terör nedir, açılım nedir, şehit nedir gençlik bunlara kafa yormasın, umursamasın isterler!
Evet.. BKM,  çok ciddi iş olan  muhalif mizahı  öldürmek için elinden geleni yapar ve bunu siyasete karşı olduğunu söyleyerek gerçekleştirir! Yerseniz.
Bu nedenle...
Levent Kırca’nın çektiği  “Sarhoşum Gel Beni Al”    filmini görmezlikten gelirler.
Hiç şaşırtıcı değil...
Şaşırtıcı olan: Levent Kırca gibi...
Ustaların mizahıyla baş etmenin zorluğunu bilmemeleridir.
Evet...
Sanatçı filozoftur; tıpkı Levent Kırca gibi...
Anlaşılmaması, sevilmemesi ne kadar yozlaştığımızın sonucudur.
NOT: Büyük sanatçımız Müjdat Gezen, ustamız Uğur Dündar’ın yazdığı “Yalandan Kim Ölmüş” oyununu sahneye koydu. Bugün;  Bornova Aşık Veysel Açıkhava Tiyatrosu ve  yarın;  Karşıyaka Suat Taşer Açıkhava Tiyatrosu’nda  saat 21.00’de karşınızda olacaklar. Kaçırmayınız derim; yukarıda bir örneğini yazdığım medyanın acıklı halini görmeniz için...