“Korku Seansı 2” korku filmlerine meraklı toplumumuzda gayet ilgi görecek gibi... Bazen büyük perdede izlenen görüntülerin, gösterişli kamera hareketlerinin, çok iyi yaratılmış atmosferin etkisiyle bazı filmlere olan beğenimizi abartırız. Oysa bazılarından çıktıktan sonra üzerinde biraz düşününce, ya da daha uzun vadede giderek daha çok film izledikçe ve okudukça, bilinçlendikçe aynı filmin falsoları yavaş yavaş kendisini göstermeye başlar. Bir sanat eserini oluşturan ‘biçim’ ve ‘öz’ü işte o zaman daha iyi ayrıştırma imkanına sahip olursunuz. Bazı filmler çok iyi çekildikleri için ‘öz’lerindeki gedikleri ‘biçim’leriyle ustaca kapatırlar.

Yönetmen James Wan, ikibinlerin Hollywood’una “Testere” (Saw) filmiyle damgasını vurdu. ‘İşkence pornosu’ modasını başlatan ve her şeye rağmen parlak bir senaryo matematiğine sahip film, tüm dünyada bir fenomen haline geldi ve altı tane devam filmini de peşine taktı. Wan sonra çektiği her filmde zayıf ya da sıradan hikayelerini çok şık çekmeye devam etti. Wan’ın yönetmenliği gerçekten de gösterişli ve akılda kalıcı sahnelerle dolu; “Ölüm Emri”ndeki (Death Sentence) plan sekans otopark sahnesi, “Hızlı ve Öfkeli 7”deki gökdelenlerarası araba takip sahnesi ya da “Ruhlar Bölgesi”ndeki (Insidious) ilk ruh çağırma sahnesini hatırlayın mesela.. Bu sahneler izleyicilerin belleğine resim olarak kazınırlar ama hikayelerin altında kalıcı pek bir fikir yoktur.

korku_seansi_3-sli

“Korku Seansı 2” tıpkı ilk filminde de olduğu gibi kendilerini demonolojik vakalara adamış olan karı-koca, Ed ve Lorraine Warren’ın gerçek vakalarından birine odaklanıyor. Zfilmin, zamanında başka filmlere de ilham kaynaklığı etmiş ‘bir ruh tarafından ele geçirilen ev’ temalı hikayesinde bilmediğimiz ya da tahmin etmediğimiz fazla bir şey olmuyor doğrusu. 1970’lerin sonunda Londra’da kocası tarafından dört çocuğuyla terkedilen Peggy, sadece geçim sıkıntısı yaşamıyordur. Evin hayatta olmayan eski sahibinin ruhu, kızlarından birini sürekli rahatsız ediyor ve korkunç olayların yaşanmasına sebep oluyordur. Warren çifti de olaylara bir şekilde dahil olur, zaten daha Amerika’dayken kendi evlerinde dahi bilmeden bu vakanın içindedirler...

Kayıtlara ‘Enfield Vakası’ olarak geçen hikaye gerçekten ürkütücü tabi ki. Gerçekte ailenin iki kızı birden yaşamış bu olayı ve uzmanlar da ikiye ayrılmışlar: kimisi onlara inanmış, kimisi de ilgi çekmek için rol yaptıklarını düşünmüş. Film özellikle kızlardan birine, Janet’a ve Warren çiftine odaklanıyor. Yine 70’lerin Londra’sında geçiyor olmasından da dolayı efsane korku filmi (ve yine gerçek bir vakadan uyarlanan) 1973 yapımı “Şeytan”ı (The Exorcist) da anımsatmıyor değil. Kaldı ki ilk filmdekinden daha da fazla din öğesine sahip bu sefer hikaye, biraz da uzun üstelik...
Hikayenin klişe olmasına karşın senaryonun bu tip korku hikayelerinde çok alışık olmadığımız, karakterlerin duygu dünyalarına yakınlaşması enteresan. Peggy ve çocuklarının yoksunluk içindeki hayatları, çocukların evlerine araştırma için yerleşen Ed’i bir baba figürü gibi görmeye başlamaları (Patrick Wilson’ın duygusal Elvis taklidi güzel) , Ed ve Lorraine’in yer yer biraz abartıya da kaçan aşkları...

korku_seansi_5

Bunlar hikayenin duygusal tabanına yayılıyor ve dramatik etkiyi besliyor. Ama asıl ustalık James Wan’ın kamerasıyla yaptıklarında. Evin içinde ve dışında ustalıkla dolaşan kamera, filmin atmosferini tamamlıyor ve izleyene ortalama bir korku filminden daha çok seyir keyfi sunuyor. Korku efektlerini verimli kullanan yönetmen, bazı sahnelerde izleyiciyi oturduğu yerde zıplatmayı da başarıyor. Ama yine de öyle şeyler yaşanıyorken Anita adlı uzmanın (Franka Potente) olan bitene hâlâ inanmayıp bilmiş bilmiş bir köşede sırıtması göze batmıyor değil doğrusu.. Filmin en başarılı oyuncusu ise Janet’ı canlandıran Madison Wolfe.
Yönetmen Wan’ın zayıf olduğu konu ise diğer filmlerinde de olduğu gibi fazla ‘düz’ olması. “Korku Seansı 2”nin bilinçli olarak bir şey ima ettiği tek sahnesi Janet’ın izlediği televizyonda kötü ruhun ısrarla Margaret Thatcher’lı haberi açması.. Bunun dışında sadece görünen hikayeyi anlatıyor Wan. Yine de kariyerinin en sağlam yönetmenliğine imzasını atmış diyebiliriz. Daha güçlü bir senaryoyla bir gün kendi başyapıtını çıkaracaktır...

3 yıldız
Korku Seansı 2
Yönetmen: James Wan
Oyuncular: Vera Farmiga, Patrick Wilson, Frances O’Connor
134 dakika, 15+

Anlamlı bir moral kaynağı

Animasyon sineması aldı başını gidiyor. Teknolojik olarak ayrı bir gelişim gösterdiler. Mesela bu filmde kahramanlar bir teleferiğin önündeki direğe tutunuyorlar. Yakın plana girdiğimizde bu direğin gerçekten benzeri araçlarda gördüğümüz kadar gerçek ve kullanılmış olduğu hissine kapılıyorsunuz. Tüylü hayvanların üstlerindeki her bir tüy onların her hareketinde olması gereken açıda salınmakta.. Öyküler giderek daha karmaşık olay örgüleriyle anlatılıyorlar. Çocuk seyircilere hitap etmeleri onları daha çok basitleştirmiyor. Tersine çocukların algı düzeylerinin gelişmesi için basitlikten özellikle kaçılıyor. Özgün karakterler ise eskisine nazaran daha anlamlı ve derin yaratılabiliyorlar. Çocuk seyircilerin yanındaki velilerin de eğlenebilmelerini sağlayacak sahneler ve espriler de serpiştiriliyor hikayelere.

zootropolis_4

“Zootropolis” de böyle bir film. Toplumlarda birilerinin diğerleri üzerine kurduğu ötekileştirmenin, önyargılarla oluşan ayrımcılığın iyi niyet ve hoşgörüyle nasıl aşılabileceğini çocuklara tatlı bir polisiye hikayeyle anlatan parlak bir animasyon... Tüm ahalisini hayvanların oluşturduğu Zootropolis’te minik ve idealist bir tavşan olan Judy Hopp, şehirdeki düzeni sağlamayı amaçlayan bir polis memuru olmaya çalışır daha çocukken bile. Binbir emekle polis akademisinden mezun olup şehre atanınca, polisleri çaresiz duruma düşüren gizemli kayıp vakalrını araştırmaya başlar. En büyük yardımcısı en başta hiç gönüllü olmasa da dolandırıcılıkla geçinen tilki Nick olacaktır.
Filmin hikayesi çok çok özel bir hikaye değil açıkçası. Eddie Murphy’li ünlü polisiye film “48 Saat” ve benzeri polisiye komedilerin formülleri üzerine kurulan filmin can alıcı özellikleri iyi tasarlanmış mekanları, karakterleri ve esprili dünyası elbette. Finale doğru bir parça yavaşlıyor olsa da baştan sona her anlamda rengarenk bir film. Hikayesiyle de eğlenceli bir polisiye tatmini sağlıyor izleyicisine üstelik.
En çok güldüren sahnesi ise Motorlu Taşıtlar Bürosu'nda çalışan ‘tembel hayvanlar’ sahnesi. Kahramanlarımızın danıştığı ve son derece ağır hareket eden Şimşek karakteri ilerde tıpkı “Madagaskar Penguenleri” gibi kendine ait bir filme geçiş yapabilir.

Animasyonları genellikle orijinal sesleriyle izlemeyi tercih etsem de özellikle Disney’in dublajlarının çok başarılı olduğu bir gerçek. Cem Yılmaz’ın Tilki Nick performansı gayet iyi. Hatta onun ilk animasyon performansı olan “Arı Filmi”ndekinden katbe başarılı. Shakira’nın da renk kattığı filmi büyük küçük her sinemasevere tavsiye ederim.

4 yıldız
Zootropolis: Hayvanlar Şehri
Yönetmenler: Byron Howard, Rich Moore
Seslendirenler: Cem Yılmaz, Aysun Topar
108 dakika, 7A

Uzun ve yorucu bir macera

2013 yapımı ilk “Sihirbazlar Çetesi” filmi genellikle günü kurtaran ama asla kalıcı özellikler göstermeyen nitelikteki aksiyon filmleri çeken Louis Leterrier’nin yönetmenliğinde çekilmiş karakterlerinin sihirbaz olmasının dışında elle tutulur bir özelliği olmayan sıradan bir macera filmiydi. Bir nevi “Ocean’s Eleven”ın sihirbazlı olanı yani. Yeteneklerini soygun yapmak için kullanan dört usta sihirbaz onların yeteneklerini ifşa etmeye çalışan eski bir sihirbazla (Morgan Freeman) başedip, finansörlerini dolandırmaya (Michael Caine) soyunuyorlardı. FBI ajanı Dylan Rhodes (Mark Ruffalo) ise film boyunca peşlerindeydi. Olağanüstü bir macera sunmasa da ve sihirbazlık numaralarının çoğu bilgisayar başında yaratılmış görsel efektlerden oluşsa da bir şekilde eğlenceli bir seyirlik olabiliyordu kimileri için. Ben eğlenmemiştim açıkçası. İki saate yakın süresiyle uzun, abartılı ve gürültülü gelmişti bana... Meğer devamına maruz kalmak da varmış birkaç yıl sonra.

sihirbazlar_cetesi_311

Ekibin kadın üyesi yerini başka bir kadına bırakmış bu sefer. Yine dört kişilik ekip bu sefer genç ve esrarengiz bir işadamı tarafından insanların kimlik bilgilerini ele geçirmekte kullanılacak olan yeni teknoloji ürünü bir çipi çalmaya zorlanıyorlar.

İlk filmin kötüleri yine giriyor devreye, gerisi son derece inandırıcılıktan uzak, fantezi olarak bile kabul edemeyeceğiniz uçuklukta, bolca kuru gürültü, kibir ve yorucu efektlerle dolu geveze bir macera.
Atlılar ekibinin ele geçirmeye çalıştığı çipin aslında pek bir önemi yok, mesele başka. Zaten kimliklerin çalınması da aman ne korkunç bir şey, bizimkiler birden fazla defa çoktan çalındı da ne oldu sanki! Ama çipin ele geçirildiği sahnenin uzunluğu, abartılı saçmalığı dillere destan. Bir iskambil kağıdının arkasına yapıştırılan çipi dört sihirbaz üstlerini arayan bir grup adama çaktırmadan birbirlerine fırlatıp dururlarken perdeye doğru ‘yok artık!’ diye bağırasınız geliyor... Ya da çok ve hızlı konuşan Jesse Eisenberg’in Londra’nın büyük meydanlarından birinde yağmur yağdırıp bütün damlaları yukarı doğru gönderip sonra kendisi de suya karışınca ‘yuh artık!’ diyebilirsiniz. Ben dedim açıkçası, Hollywood gişe filmi de bir yere kadar yani. Bütün bunlara son derece hızlı bir kurgu ve hiç dinmeyen, adeta bağıran müzikleri de ekleyin.
Ünlü sihirbaz David Gopperfield’ın yardımcı yapımcılığını yaptığı film en çok da onun cüzdanına yaramıştır. Bizim bünyede baş ağrısı yaptı doğrusu.

2 yıldız
Sihirbazlar Çetesi 2
Yönetmen: Jon M. Chu
Oyuncular: Jesse Eisenberg, Mark Ruffalo, Woody Harrelson
129 dakika