SORDUM ÖĞRENDİM

Amerikan seçimleri yapıldı. Siz bu satırları okurken büyük ihtimalle yeni başkanın kim olduğu da belli olmuştur.
Bayan Clinton’ın kazanması halinde Amerika uzun yıllardan sonra bir ilki yaşayacak.
O da şu; Amerika’da seçimleri genellikle bir Cumhuriyetçiler bir Demokratlar kazanır.
Hatırlayalım; Baba Bush 8 yıl başkanlıktan sonra görevi Demokrat Clinton’a devretmişti.
8 yıl sonra Cumhuriyetçiler oğul Bush’la seçimi kıl payı kazandı.
Bush iki dönem kazandıktan sonra görevi yine Demokratlara devretti.
Eğer bu seçimi Clinton kazandıysa, uzun aradan sonra ilk kez başkanlık 8 yıl sonra yine aynı partiden bir başkana devredilmiş olacak.
Seçim öncesi sohbet ettiğim bir emekli büyükelçi bu duruma dikkat çektikten sonra “Clinton’ın kazanması halinde hem dünya hem Türkiye için üç aylık belirsizlik dönemi yaşanacaktır” dedi.
Daha sonra “Haydi biraz daha iddialı söyleyeyim, belirsiz demeyeyim, karanlık demek daha doğru olur” diye ekledi.
“Neden?” diye sordum.
Özetle şunu anlattı;
Amerika’da başkanlık genellikle 8 yılda bir Demokratlarla Cumhuriyetçiler arasında el değiştirir.
Kasım’da yapılan seçimden sonra devir işlemi Ocak ayındadır ve bu dönem için görevi biten başkana “topal ördek” denir.
Yani başkan tam yetkiyle görevdedir ama seçim yapıldığı için önemli kararlara imza atmak istemez. Sorumluluğu gelecek başkana bırakır. Bu hem demokrasi terbiyesi gereğidir hem de devlet sisteminin devamının sağlanmasına yöneliktir.
Yeni başkan seçilince, ki genellikle bu rakip partinin adayıdır, Beyaz Saray görevlileri eşyalarını toplamaya başlar. Yeni seçilen ise henüz saraya gelmemiştir ama o da Beyaz Saray ekibini kurmaya başlar.
Bu kez durum farklı. Clinton seçilirse zaten Obama hükümetindeydi, yani bir anlamda Beyaz Saray’daydı. Clinton Beyaz Saray ekibini toptan değiştirebileceği gibi zaten çalıştığı pek çok kişiyi yerinde tutabilir.
Obama şeklen “topal ördek” gibi olacaktır elbette ama bir farkla. Obama görevi rakip partiye devretmeyecek. Birlikte çalıştığı kendi partisinden biri Beyaz Saray’a gelecek.
Yani Beyaz Saray düzeni ve Amerikan politikaları aynen devam edecek.
Fark şurada; Amerika yeni başkan göreve başlayıncaya kadar özellikle dış politikada o ana kadar cesaret edemediği adımları atabilir.
Başkan yerindedir ama “topal ördek” olmasının arkasına sığınarak sorumluluk almayacaktır.
Yeni seçilen ise “Ben henüz görevime başlamadım” diyerek olanları sadece izlediğini söyleyecektir.
Ama bu üç ay içinde olan olacaktır.
Emekli büyükelçinin anlattıkları böyle.
Sohbetimizin sonunda “yani” dedi “Eğer Clinton kazanırsa üç ay içinde umulmadık şeyler yaşayabiliriz. Özellikle Türkiye bundan çok etkilenebilir. Erdoğan’ın Clinton’ın seçilmemesi için çaba harcadığı biliniyor. Clinton kendisine acemi diyen Erdoğan’a karşı başkanlığı sırasında karşı stratejik kararlar alamayabilir ama bu geçiş dönemi onun için de bir fırsat olabilir ve Türkiye’ye bu süreçte beklenmedik fenalıklar yapabilir” diye konuştu.
Tabii bu yazının mantığı Clinton’un başkan olması halinde geçerli. Ama zaten siz bu satıra geldiğinizde başkanın kim olduğunu biliyor olacaksınız.

ŞAŞIRDIM

AKP’nin devşirme bakanı intikamı itiraf etti


HDP’li milletvekillerinin tutuklanmalarına içte ve dışta tepkiler devam ederken AKP’nin MHP’den devşirdiği ve Başbakan Yardımcısı yaptığı Tuğrul Türkeş’in açıklamalarını şaşkınlıkla dinledim.
AKP yandaşlarının HDP’li milletvekillerinin tutuklanmasını davul zurna ile karşılayıp düğün bayram yapmalarını “Gördünüz mü, hak ettiğinizi buldunuz” çığlıklarını anlamak mümkün.
Bir sorumlulukları yok, duygularını ortaya koyuyorlar.
Çirkin ama gerçek.
Ama bir hükümet yetkilisinin “aslında intikam aldıklarını” açıkça söylemesi bana demokratik ahlak ve teamüller açısından garip geldi.
Tuğrul Türkeş tutuklamalarla ilgili şöyle konuştu; “MHP’nin pek saygıdeğer Başkanı Sayın Devlet Bahçeli hakkındaki bir dava nedeniyle mahkemenin çağrısına uyarak gitti ve ifade verdi. Eğer HDP’li vekiller de zamanında gidip ifade verselerdi bugünlere gelinmezdi.”
Türkçesi şu değil mi; “HDP’li milletvekilleri ilk çağrıldıklarında gitseler tutuklanmayacaktı. Ama inatla gitmediler. Biz de onları yaka paça evlerinden aldık ve tutukladık.”
Siyaset bu tür intikamcı anlayışlarla yapılırsa “yol olur” ve bu silah “bumerang” gibi gelir bir gün
yapanları da vurur.

BUNU YAZMAK GEREK

Her gün eleştirip, suçlayıp yine Amerika’nın ağzına bakıyorlar


Son zamanlarda sarayın da iktidarın da gündeminde hep Amerika var.
Sürekli Amerika eleştiriliyor, suçlanıyor.
Bununla da kalmıyorlar hemen her gün Amerika’ya “eeyyy” diye seslenip ayar veriyorlar.
Ama eş zamanlı olarak da Amerika’dan gelecek “iyi” haberleri bekliyorlar.
Üç gün ağır suçlamalar yaptıktan sonra Amerika’dan yarım ağız bir “Tamam PYD yerine sizi tutacağız” açıklaması geliyor, bizimkiler neredeyse zil takıp oynayacaklar.
Bu nasıl bir aşağılık duygusudur anlamak zor.
Hem bütün kötülüklerin anası olarak Amerika’yı göstereceksiniz hem de hep onun ağzına bakacak, bir sözünü iki etmeyeceksiniz.
Son günlerde yaşadıklarımıza bakar mısınız?
Amerika “Musul’da yoksun” diyor. Adeta gürlüyoruz “Kimse bize karışamaz” diyoruz.
Sonuç; Musul’da yokuz.
Amerika “Rakka operasyonunu PYD ile yapacağını” açıklıyor.
Yine gürlüyoruz. “Bunun bedeli ağır olur” diyoruz.
Sonuç Rakka’da yokuz. Amerika’dan gelen “merak etmeyin uzun vadede birlikte çalışacağız” açıklamasını manşetlere çekip bunu zafermiş gibi sunuyoruz.
Amerika “El Bab’da yoksun, çünkü Ruslar karşı” diyor.
Yine gürlüyoruz.
Sonuç; El Bab’ta olmadığımız gibi Güney sınırlarımızda Rusya korkusundan uçak bile kaldıramıyoruz.
“Dik durmak”
bu mudur?

Bİ SORALIM BAKALIM

Bizim Trump ne olacak acaba?


Önce Tayyip Erdoğan Trump Tower’in açılışını yaparken “Türkiye’de yaşıyoruz neden yabacı isimler konuyor, ne demek Tower?” demişti.
Binanın Trump’la ortak sahibi Doğan Grubu ne yapacağını bilememişti bu sözler üzerine ama isimde bir değişikliğe gidilmedi.
Ardından Donald Trump’ın “Müslümanları rencide eden” sözleri tepkilere neden oldu.
Trump Tower’in Genel Müdürü bu gelişmeden sonra binanın ismini değiştirmelerinin gündeme geldiğini söyledi.
Ardından Aydın Doğan’ın kızlarından biri Amerika’ya gitti. Trump yetkilileri ile görüştü. Herkes “artık Trump Tower adı değişecek” diye beklerken yine bir şey olmadı.
Şimdi seçimler bitti. Clinton da Trump da kazanmış olabilir.
Ama seçimi kim kazandıysa kazansın, Trump Tower’in adı ne olacak?
Seçimi Donald Trump kazandıysa binanın adının değişmesi biraz daha zor. Koca Amerikan başkanının adını bir binadan kaldırmak hem zor hem de durup dururken hasım olmanın bir alemi yok.
Clinton kazandıysa Trump Tower adı belki değişebilir. Alın size Amerikan Başkanlık seçiminin Türkiye’de yarattığı sıkıntılardan biri.

CANIMI SIKAN ŞEYLER

Asansör kazasının suçlusu yok ama protestosuna 7 yıl istiyorlar


Türkiye çok garip bir ülke oldu. Öyle ki artık hiçbir şeye şaşırmıyoruz, her şey normal ve doğal geliyor.
Dün internet sitelerinde gördüğüm bir haber de bu nitelikte.
Geçenlerde yazmıştım, Şişli’de Ali Sami Yen Stadı ve Likör fabrikasının yerine dikilen gökdelenlerde bir asansör kazası olmuş 14 işçi can vermişti. Bilirkişi bu kazada sorumlu bulamamıştı. Ben de “Sorumlusu yok demek ki, ama ben asıl bu binalardaki dairelere en az birer milyon verip satın alanlar o asansörlere vicdanları rahat olarak nasıl binecekler?” diye sormuştum.
Meğer adalet o korkunç kazanın sorumlularını bulunamamış ama kazadaki ihmalleri protesto eden milletvekillerinin yakasına yapışmaktan geri kalmamış.
O kaza sonrası kalabalık bir halk topluluğu ile binanın önüne giden CHP Milletvekili Mahmut Tanal ve HDP Milletvekili Ertuğrul Kürkçü için “gösteri yürüyüşleri kanununu ihlal ettikleri” gerekçesiyle 7 yıl hapis cezası istenmiş.
Vallahi helal olsun yargıya; 14 kişinin ölümünde “kusurlu” birini bulamamış ama “Bu insanlar niye öldü?” diye soranları hapislerde süründürmeye pek niyetli.

KAFAMI BOZAN ŞEYLER

Amerika PYD’den vazgeçse bunları unutacak mıyız?


Saray ve iktidar dünyaya güya meydan okuyarak içerdeki oylarını korumaya çalışıyor aslında. Yoksa bize söylenenleri aynen yerine getiriyoruz. Gürlemelerimiz dışarıda sadece gülümseme yaratıyor.
Ama diyelim ki Amerika’ya efelenmelerimiz sonuç verdi ve dediler ki “tamam haklısınız, PYD bir terör örgütüdür, biz de kabul ediyoruz.”
Ne olacak o zaman?
Söylediklerimizi unutacak mıyız?
Örneğin neler söylüyoruz Amerika’ya karşı?
-Darbenin arkasında Amerika var.
- Darbe İncirlik’te planlandı.
- Darbe sırasında F-16’lara havada ikmali Amerika yaptı.
- Darbenin önde gelen cemaatçi liderlerini Amerika İncirlik üzerinden kaçırdı.
- Rus uçağının düşürülmesini Amerika planladı cemaatçi pilotlar uyguladı.
- Açılımı Amerika baltaladı. PKK’ya “siz Türkiye’de terör yaratın Suriye’de size devlet kurduralım” dedi.
Bunlar hemen aklıma gelen suçlamalar.
Sonuçsuz esip gürlemeler kolay da hesap sorabiliyor musunuz, onu söyleyin.

MERAK ETTİĞİM ŞEYLER

Aklımda hâlâ “Emri ben verdim” diyen başbakan var


Cemaatin dinci faşist darbe girişiminden sonra Rus uçağını Fetullahçı pilotların düşürdüğü anlaşılmıştı. Ama Putin’in yakın adamlarından Leonid Reşetnikov da açıkladıktan sonra durum kesinlik kazandı.
Çünkü Reşetnikov “Uçak krizi yaşanırken Türkiye’nin bu konuda bilgi verdiğini” söylüyor.
Yani iktidar durumu öğrenmiş ve Rusya’ya da bildirmiş. Nedense “kendi halkına söylemeyi” unutmuş ve darbeyi beklemiş.
Biz zaten biliyor ve yazıyorduk. Bu konuda 4 yazım var. O sırada cevap bile vermediler. Haydi cevabı bırakın kendi aralarında bile gereğini yapmadılar. Sonra aynı pilotlar Meclis’i bombaladı.
Ne tuhaftır ki o Hava Kuvvetleri Komutanı yüzü kızarmadan hala görevinde oturuyor.
O komutan memurdur, kenara koyalım, ya “emri ben verdim” diyen dönemin başbakanını ne yapacağız?
Hâlâ kimse ondan hesap sormuyor.
Vuran Fetullahçı pilotsa, emri veren de başbakansa neden sadece biri sorumlu tutuluyor ve suçlanıyor?