Osmanlı’nın Avrupa ülkelerine kıyasla iktisaden geri kalışının sebepleri arasında “mülkiyet” kurumunun olmayışı gösterilir. Osmanlı’nın en zengin kişileri olan mülki ve askeri paşaların sahip oldukları servetlerinin, bir anda ortadan kalkması işten bile değildi.
Padişah, kendisi aleyhine faaliyet gösterdiğine inandığı kişileri hem azleder hem de mallarına el koyabilirdi. Mülkiyet çoğu kez, görevde kalmakla kaimdi. Yalılarda, konaklarda, aşçılı-uşaklı-bahçıvanlı-arabacılı lüks bir hayat yaşamasına rağmen, kendilerinin ve ailelerinin geleceğine dair hukuki güvencesi olmayan zadegânın “can Allah’ın, mülk padişahın” demesi bundandır.
Bu güvensizlik yüzünden Osmanlı’da, dengeli siyasi rejimlerin, tamamlayıcı bir parçası olan “işlevsel muhalefet” gelişmemiştir. Muhaliflerin amacı, muhalefet değil, ne pahasına olursa olsun hep “iktidarı ele geçirmek” olmuştur. İktidarlar da muhalefetsiz bir yönetim kurma arzusundan hiç vazgeçmemiş buna da “milli birlik” gibi kutsal bir isim vermiştir.
Sırası gelmişken Osmanlı’da “vakıf” kurmaktan maksadın “padişahtan mal kaçırmak” olduğuna da değinmek istiyorum. Şeriata göre, din işleri için vakfedilen mülkün sahibi Allah oluyordu.
Padişah bu sebeple bunlara el koyamazdı. Vakıf gelirinin bir kısmı, ailenin geçimine tahsis edilir buna da “mahfuz hisse” denirdi. Vakıf başkanı da yaşayan “ekber (en büyük) erkek evlat” olurdu.

MÜLKİYET, KAPİTALİZMİN; KAPİTALİZM DEMOKRASİNİN TEMELİDİR

Batı’da gelişmiş bulunan “demokrasi” aslında “burjuva demokrasisidir”. Etrafı surlarla çevrilmiş beldelerde yaşayan meslek sahibi kentsoylular, ürettikleri mal ve hizmetlerin milli gelire yaptığı katkı, tarımı geçince, kendilerinde “egemen sınıf” olma hakkı görmüştür.
O zamana kadar egemenlik, topraksız köylüleri çalıştıran toprak ağası feodal beylerle, iktidarlarını onların üretim gücüne dayanarak sürdüren merkezi kralların elindeydi. Bu soylu sınıfın egemenliği “tarım arazisi mülkiyetini” koruyan silahlı adamlarla güvence altına alınmıştı.
Burjuvanın geniş tarlaları veya hayvan sürüleri yoktu. Onlar, mesleki bilgileri yanında ticari ve sınai üretim araçlarına sahipti. Gemileri, arabaları, imalathaneleri, dükkânları, kentsel arsaları ve parasal servetleri vardı. Bu sahiplik korunmalıydı. Bu amaçla fikri olanlar dâhil mülkiyet türleri geliştirildi.
Tapunun korunması için “Tapu Muhafızları” teşkilatı kuruldu. Artık burjuvalar için karada ölüm yoktu. Korkmadan muhalefet yapabilirlerdi. Çünkü iktidarı kızdırınca, kendilerinin ve ailelerinin aç ve açıkta kalma ihtimali kalmamıştı.

DEMİREL: TAPUYU DELDİRMEYECEĞİZ

Türkiye gerçekten olağan üstü bir hal yaşıyor. Faturası laiklere de kesilen lanet bir dinci darbe yüzünden on binlerce insan işinden atılıyor, taşınmazlarına, firmalarına ve kişisel servetlerine “yargısız” el konuyor.
Tapu delik deşik oluyor. Darbe başarılı olsaydı, darbeciler daha fenasını yapacak, durum bugünkünden kötü olacaktı savunması veya avunması beni teselli etmiyor.
Mülkiyet hakkının bu kadar fütursuzca ihlal edilmesini “serbest pazar ekonomisinin” ve “demokrasinin” temellerine karşı yapılmış bir tasallut olarak görüyor ve endişeleniyorum. Hukuk, kurunun yanında yaşın yanmasına cevaz vermez.
SON SÖZ: Bir kişiye yapılan haksızılık, herkese yapılmış demektir.