Yıldırım’ın Başbakanlık’a atanması üzerine, Türkiye’de yatırımların artacağı ve büyümenin hızlanacağı gibi bir kanaat oluştu. Yıldırım, Davutoğlu hükümetinin Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı idi. İkisinin de rehberi Recep Tayyip Erdoğan’dır. Kaldı ki; hükümetin Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı ile Maliye Bakanı da değişmedi. Bu tabloya dışarıdan bakınca, Yıldırım’ın izleyeceği ekonomi siyasası ile Davutoğlu’nun izlediği arasında bir fark olamazmış gibi duruyor. Tabii şöyle düşünmek de mümkün.
Aynı lidere bağlı olsalar da aynı siyasi partiden gelseler de her başbakanın “kaynak tahsis öncelikleri” farklı olabilir. Bu da büyüme hızını değiştirebilir. Hızlanmayı öne çekebilir veya sonraya bırakabilir.

EL PARASIYLA KALKINMA


Bu yeni esmeye başlayan “hızlı kalkınmaya geri dönüş” rüzgârının gerisindeki dinamikleri anlamaya çalışırken, kulağıma Maliye Bakanı’nın “yabancı sermayenin ülkeye gelişini kolaylaştıracağız” beyanatı geldi. Hani “Arap’ın derdi kırmızı pabuç, yani para” dedikleri gibi Türklerin derdi de kırmızı pabuç, yani yabancıların yolacağı para (sermaye) dir.
Tilkinin on bir hikâyesi varmış, on biri de tavuk çalmak üzerineymiş. Bizim iktisat kültürümüzün de on bir hikâyesi varsa, on biri de yabancıların paralarını ülkeye çekmek üzerinedir. Bu niçin böyledir, son paragrafta okuyacaksınız.

YABANCI SERMAYE; SICAK MI OLSUN SOĞUK MU?


“Derecelendirme” kuruluşlarının bir ülkeye verdikleri notlarda “investment grade” (yatırım yapılabilir) dedikleri bir eşik vardır. Burada geçen “investment” sözcüğü, o ülkede fabrikalar kurulabilir demek değildir. Bunun anlamı o ülkenin devlet ve özel sektör tahvilleri veya borsada işlem gören hisse senetleri alınabilir demektir.
Sizin “sandığınız” şeye “doğrudan yatırım” (direct investment) denir. Bu, sadece “yatırım”dır. Aslında malî yatırım demek daha doğrudur. Şunu da unutmayın. Genel olarak, bir ülke malî yatırım yapanlar için ne kadar cazipse, doğrudan sanayi yatırımı yapmak isteyenler için o kadar cazibesizdir.

EL PARASINA NİÇİN MUHTACIZ


Yurdumun hesaptan anlamayan iktisat yorumcuları “Türkiye’nin tasarruf açığı var, onun için cari açık veriyoruz, cari açığı finanse etmek için de mecburen dış borç alıyoruz” der, dururlar. Bu tam bir zırvadır. Tasarruf açığı ve cari açık diye iki ayrı nebat yoktur. Tanım icabı, tasarruf, yatırıma eşittir.
Cari açık yoksa tasarruf açığı da kendiliğinden yok olur. Tasarrufun ve yatırımın düşük olması ile “tasarruf açığı” aynı şey değildir. Türkiye’de sorun tüketimin milli gelire oranının yüksekliğidir. Biz tüketimi finanse etmek için dış borç alıyoruz. Utandığımızdan buna “tasarruf açığı” diyoruz.
Son söz: Vergi toplayamayan ülkenin dış borcu yüksek olur.