İzmir, sıcak bir yaz günü, akşamüstü... 30’lu yaşlarda, sarışın güzel bir kadın direksiyonda, eski yoldan Çeşme’ye gidiyordu.

*

Otomobilin hafif sağa çektiğini hissetti, kenara yanaştı, baktı, lastiği inmişti. Hay Allah, ne yapacağım şimdi diye düşünürken, yanından geçen otomobil az ilerde durdu, geri geri geldi, sürücüsü indi, genç bir delikanlıydı, yardım edebilir miyim diye sordu. Kadın kırık dökük Türkçesiyle konuştu, çok mutlu olurum dedi. Delikanlı stepneyi çıkarıp, lastiği değiştirirken sohbet ettiler, kadın Yunan’dı, Yunanistan’ın İzmir Başkonsolosluğu’nda çalışıyordu. Delikanlı ise, pilottu, Türk Hava Kuvvetleri’nde üsteğmendi. İş bitti, el sıkışıp ayrılırlarken, kadın telefon numarasını verdi, müsait olduğunuzda bir teşekkür kahvesi ısmarlamak isterim dedi. Yoldaki bu tesadüfle... Büyük balık yakaladığının farkındaydı.

*

Bir kaç gün sonra Alsancak’ta buluştular, kahvelerini yudumlarken yanlarına biri geldi, a-aa merhaba dedi, sanki oradan geçiyormuş da tesadüfen denk gelmiş gibi davrandı. Halbuki bu defa, tesadüf mesadüf yoktu... Savvas Kalendiridis’ti. Kendisini Yunan Başkonsolosluğu’nun ticaret ataşesi olarak tanıttı, anadili gibi, pürüzsüz Türkçe konuşuyordu. Çünkü ticaret micaret hikayeydi, Yunan gizli servisinin casusuydu, rütbesi yarbaydı. Sarışın kadına yılışan salak pilotumuz, çapkınlık yapayım derken oltaya takılmıştı.

*

Kalendiridis alttan girdi üstten çıktı, parayı gösterdi, pilotu angaje etti, istenen belgeleri aktarırsa tatlı bir hayat sürebilirdi. Şerefsiz kabul etti. Küçük bi pürüz vardı... Acaba gerçekten pilot muydu? Subay mıydı? Ya Yunan istihbaratına sızmak isteyen Türk casusuysa? Test etmek gerekiyordu. Turist ayağıyla bindirdiler yata, kıyıları geziyormuş ayağıyla, adı lazım değil, hava üssü bulunan Yunan adasına götürdüler. Önce sorguladılar, sonra uçurdular. 12’den vurduklarını anladılar, tamam dediler. Pilottu, subaydı, haindi.

*

Başladı çalışmaya... Kalendiridis’in yönlendirmesiyle, Çiğli ana jet üssünde görevli istihbarat yüzbaşısıyla temasa geçti. Yüzbaşı ağız ishaliydi. Üsteğmen sohbet ediyormuş gibi sorular soruyor, yüzbaşı hiç şüphelenmiyor, bülbül gibi ötüyor, uçak sayıları, intikaller, hatta harekat planlarını anlatıyor, üsteğmen de bu bilgileri Kalendiridis’e aktarıp, cebini dolduruyordu. Bilahare, gene yönlendirmeyle, bir deniz astsubayını bağladı. Hayati önem taşıyan telsiz frekans kodlarına ulaştı, bunları da sattı. Şahane casusluk yaptığını, kimsenin ruhunun bile duymadığını düşünüyordu ama, aslında... MİT tarafından ruh gibi takip ediliyordu.

*

Çünkü, kendini playboy zanneden, film yıldızı zanneden bu hain üsteğmen, evliydi. Eşini ihmal ediyordu. Giyimine kuşamına bir başka önem verir olmuştu. Eve sık sık geç geliyor, bazen nöbet filan diyerek hiç gelmiyordu. Eşi şüpheleniyordu. Malum, evli erkekler iyi bilir, kadınların hissiyatından daha yetenekli bir istihbarat teşkilatı henüz icat edilmedi dünyada... Kocasının kredi kartında maaşlarından daha fazla harcama olduğunu görmüştü. Kendileri geçim sıkıntısı çekerken, kocası şakır şakır para harcıyordu. Takip etti! Sevgilisi olduğunu, Karşıyaka’da sevgilisine ev tuttuğunu tespit etti iyi mi... Aldatılan kadın, kavga çıkarıp boşanmak yerine, memleket adına çok faydalı bir davranışta bulundu, gitti kocasının komutanına, tek tek anlattı, bu herif bu parayı nerden buluyor diye sordu. MİT... İşte bu sorunun cevabını bulmak için devreye sokulmuştu.

*

Ve görüldü ki... Hain subay, Savvas Kalendiridis’le temas halindeydi.

*

MİT bir taşla iki kuş vurmuştu. Çünkü, bu Kalendiridis denilen puşt, yukarda Allah var, kendi devleti adına işini çok iyi yapan, ele avuca sığmayan, MİT’in devamlı takibi altında olmasına rağmen bir türlü kıstırılamayan casustu.

*

Anadili gibi Türkçe ve Kürtçe biliyordu. Hakkında bazı efsaneler var ama, Anadolu’dan mübadeleyle Yunanistan’a göçmüş bir ailenin çocuğu olduğu tahmin ediliyordu. Karadeniz özel ilgi alanıydı. Trabzon, Rize, Artvin, Giresun, Sinop, devamlı oralara seyahat ederdi. Türk vatandaşıymış gibi davranır, Savaş Kalender adını kullanırdı. Kafası karışık gençlerle arkadaşlık kurardı. Karadeniz’den en az 20 genci Yunanistan’a üniversite okumaya götürdüğünü, her ay 500 euro maaş almalarını sağladığını biliyoruz mesela... Bugün araştırmacı-tarihçi ayağına yatarak Pontus’la alakalı kitap yazanların bazıları, bizzat bu Kalendiridis’in bağladığı arkadaşlardır! Ege’de olağanüstü faaliyet gösteriyordu. Her yaz rutin haber haline gelen orman yangınlarındaki kibriti, elbette o çaktırıyordu. Bazen tur rehberlerini, bazen fırıncıları, bazen inşaat işçilerini satın alıyordu. Tarifesi 500 ila 700 euro arasındaydı. Göze batmayan sıradan vatandaşları, askeri takiplerde kullanıyordu. 1997’de Kırıkkale’de mühimmat fabrikası havaya uçtu, ortalık savaş alanına döndü, üç kişi hayatını kaybetti, bu patlamanın arkasında Kalendiridis’in olduğundan herkes adı gibi emindi, ancak, somut belge bulunamadı, suçüstü yapılamadı, dedim ya, yetenekli puşttu, yakalanamamıştı. Dinleme üslerimizin santim santim haritasını çıkardı, deşifre olan bu askeri tesislerin mevcut yerinden sökülüp, taşınmasına sebep oldu. Çeşme Çiftlikköy’de, tenhada, havuzlu villası vardı. Yunan adalarına avanta geziye götürülmesi karşılığında götünü vermeye hazır olan yılışık gazetecilerimizi, Yunan müziği dinlemeyi entelektüel faaliyet zanneden lavuk akademisyenlerimizi, ticari menfaat peşinde koşan züppe işadamlarımızı, bu havuzlu villasında toplar, eskort Rus kızlarını getirir, sabahlara kadar parti verir, sonra da bu gerizekalıları inek gibi sağardı. Yayınevi kurdurdu, bunların parasıyla, bunlara kitaplar yazdırdı, Yunanistan hayranlığını pompalattı. Turizm şirketi kurdurdu, Yunan adalarına gitmeyi trend haline getirdi.

*

Hain üsteğmen meselesi, hiç hata yapmadan çalışan Kelendiridis’in bardağı taşıran damlasıydı... Görüntülendi, belgelendi, itiraflar alındı, üsteğmen, yüzbaşı ve astsubay tutuklandı. Normalde dört sene görev yapması gerekirken, büyük başarısı nedeniyle yedi senedir İzmir’de bulunan Kalendiridis vaziyeti kavramıştı, deşifre olduğunu anlamıştı. Aniden buhar oldu. Yunanistan’a kaçtı.

*

Gel zaman git zaman, Suriye’den kovulan Abdullah Öcalan, döndü dolaştı, Yunanistan’ın kucağında kaldı, Kenya’daki Yunan Elçiliği’ne saklandı. Sonrası malum, dokuz kişilik ekibimiz Kenya’ya uçtu, Öcalan’ı paketledi, memlekete getirdi. MİT müsteşarı, ekibimizi kucakladı, kutladı, Çankaya Köşkü’ne götürdü. Cumhurbaşkanı Demirel’di. Kahramanlarımızı Atatürk’ün Pembe Köşkü’ndeki tarihi makam odasında karşıladı, arkalarına “TC Cumhurbaşkanı S. Demirel – 18.2.1999” yazısı kazınmış, som altından kol saatleri hediye etti. Ve o tarihi konuşmayı yaptı... “Sizlerle hatıra fotoğrafı çektiremiyorum. Sizler çok gizli bir görevi başarıyla ifa ettiniz. Şartlar, bundan sonra da gizliliğin korunmasını gerektiriyor. Sizleri bir fotoğraf karesinde buluşturmanın sakıncalı olduğunu düşünüyorum” dedi.

*

Cumhurbaşkanımız bunları söylerken... Bir başka fotoğraf karesi, dünya ajansları tarafından servis ediliyordu. Öcalan’a eşlik eden ve Nairobi Havalimanı’nda sap gibi ortada kalan Yunan gizli servisi albayının fotoğrafıydı. Savvas Kalendiridis’ti!

*

İzmir’de görev yaparken defalarca Suriye’ye giden, Bekaa vadisinde apo’yla görüşen, Yunan gizli servisiyle Pkk’nın kontağını sağlayan kişi, Kalendiridis’ti. Apo ona çok güveniyordu. Aralarında sağlam bir bağ oluşmuştu. O nedenle, Yunanistan’dan Kenya’ya uçarken, Kenya’da elçilikte saklanırken, yanında sürekli Kalendiridis vardı. Ve... MİT’e karşı ikinci yenilgisini almış oluyordu, İzmir’de enselenmiş, Kenya’da madara olmuştu.

*

Gizli kimliği açığa çıkınca, emekliye sevkedildi, sivile soyunduruldu. Türkiye aleyhine faaliyetlerine devam etti. “Pontus’u Kurtarma Vakfı”nı kurdu. Karadeniz bölgemizin üzerinde Yunan bayrağının dalgalandığı Pontus haritası bastırdı, Yunan adalarında ücretsiz dağıtılmasını, özellikle Türk turistlere verilmesini sağladı. “Kardeşim Apo” diye kitap yazdı, Yunan adalarında imza günleri düzenledi. Murat Karayılan’ın yazdığı “Bir Savaşın Anatomisi” kitabını Yunanca’ya çevirdi, bu kitabın tanıtım törenini Atina’da Yunan Savunma Bakanlığı Savaş Müzesi’nde yaptırdı. Hala sık sık, sahte kimliklerle Yunan adalarından Türkiye’ye geçiyor, nostalji yapıyor.

*

Kalendiridis emekli edildikten sonra, Türkiye’de bazı gelişmeler oldu... PKK’yı tanık, TSK’yı sanık yaptılar. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yarısını asrın iftirasıyla hapse tıkıp, ordudan attılar, geriye kalan yarısını fuhuşçu casus iftirasıyla içeri atıp, tasfiye ettiler. Donanmamızı imha ettiler, F16’larımızı uçuracak pilot kalmadı. Suikast yalanıyla kozmik oda’mıza girip, soyup soğana çevirdiler. Tapusu Türkiye’ye ait olan 18 adamızı, resmen Yunanistan’a terkettiler. Türk bankasını, yönetim kurulunda Yunan gizli servisi başkanının bulunduğu Yunan bankasına satmaya kalktılar!

*

Ve dün öğreniyoruz ki... 15 Temmuz darbe girişiminden sonra helikopterle Yunanistan’a kaçan üç subay, Türkiye’ye iade edilmeyecekmiş, bu üç hain subayın gizli askeri sırlarımızı, milli yazılımlarımızı falan Yunanistan’a verdiği konuşuluyormuş.

*

E düşünüyorum da...
Kalendiridis bu olan biteni seyredip, acı acı gülümsüyordur mutlaka.

*

Ulan diyordur kendi kendine...
Kelleyi koltuğa alıp, iğneyle kuyu kazar gibi amma uğraşmıştık, meğer bu milletin içinde ne kadar çok gönüllü hain varmış!