Reza Zarrab tutuklandığından beri Ankara’da en çok sorulan soru bu:
“AKP hükümeti, ABD’ye taviz verip, Zarrab davasının etkisinden kurtulur mu?”
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Washington ziyaretinin ardından bu soru çok daha yüksek sesle dillendirilir oldu.
Ancak böyle bir durum pek mümkün değil. Pek çok nedeni var...
İlk neden; ABD ile Türkiye’nin ikisi de “demokratik rejim” olarak geçmesine rağmen her iki ülkede yargı ile yönetim arasındaki dinamikler birbirinden çok farklı.
Özellikle AKP’nin iktidarını tüm ülkede pekiştirmesinin ardından fiilen Türkiye’de yönetim ile yargı arasında bir “ast-üst” ilişkisi kuruldu; AKP’nin hoşuna gitmeyecek kararlar, artık ne alt kademe, ne de üst kademe yargıdan pek çıkmıyor. Arada bir verilen rahatsız edici kararlar ise müthiş bir sosyal medya çalışması ile neredeyse “yok hükmünde” durumuna getiriliyor.
ABD’de ise durum farklı... Yönetim, alınan yargı kararlarını beğense de, beğenmese de uygulamak zorunda. Hoşa gitmeyen yargı kararları “darbe” olarak nitelendirilmiyor. Zaten ABD’de, sadece “yargı darbesi” değil herhangi bir darbe olasılığından bahseden de yok.
İkinci farklılık; ABD’de önemli federal yargı pozisyonlarının, hukukçular için ilerde siyasete atılmak için basamak olarak kullanılması. ABD’de hemen hemen tüm federal savcılara, geleceğin senatörü, valisi, hatta belki de işler yolunda giderse, ABD Başkanı olarak bakılıyor. Savcıların büyük çoğunluğu davaları bu siyasi hırsın gölgesinde, “kazanmak” için yürütüyor. Açtıkları davalara bu açıdan sonuna kadar sahip çıkıyorlar. Yönetimle herhangi bir noktada anlaşmazlık yaşanması halinde, bu savcının gelecek kariyerinde “olumsuz” değil aksine “kamu adına yönetimi denetleyen” sıfatıyla “olumlu” etki yapıyor. Yani savcılar, gerektiğinde yönetimle “çatışmayı” da göze alarak davayı yürütüyorlar.
Bu açıdan, Reza Zarrab gibi, Türkiye ve İran bağlantılı, arada Çin, Rusya, Dubai ilişkileri de olan böylesine bir dava, savcı için adeta “rüya dava” niteliğinde.
Üçüncü neden; Zarrab davasına bakan Federal Savcı Bharara, Reza Zarrab’ın tutuklandığını, yanına ABD Adalet Bakan Yardımcısı’nı da alarak açıkladı. Yani bir anlamda, ABD’de mevcut yönetimin de bu davada “sonuna kadar gidilmesi” yönünde değil köstek olmak, açık destek verdiğini gösterdi.
Şunu unutmamak gerekir: Eğer Zarrab davası Türkiye ile ABD arasında bir “çıkarlar pazarlığının” unsuru olsaydı, emin olun Reza’nın tutuklanmasına ilişkin o basın toplantısı hiç düzenlenmezdi.
Zarrab sessizce gözaltına alınır, Türkiye’ye haber uçurulur, kısa süre içinde pazarlık yapılır, olay sessizce kapatılırdı. Zarrab’ın gözaltısından da, davasından da, ceza alıp almamasından da kimsenin haberi olmazdı. Zarrab kefaletini öder, sessizce ortadan kaybolurdu.
Savcı’nın o ilk basın toplantısından sonra artık Zarrab davasının, Ankara-Washington hattında “pazarlık konusu” yapılması, Ankara’nın “ödün vermesine” karşılık “kapatılması” zor, hatta imkansız.
Şimdi merak edilen; dava nerelere kadar uzanacak? Türkiye işbirliği yapacak mı, yapmayacak mı? Hakikaten çok ilginç bir sürece giriyoruz.

‘Sığınmacı kartı’ Türkiye’nin elinden gidiyor



Dış politikada, hemen her cephede çıkmaza giren AKP hükümeti son dönemde “Suriyeli sığınmacı kartını” kullanmaya başladı. Bunda da, özellikle Avrupa ülkeleri üzerinde bir ölçüde başarılı oldu. Ancak artık bu kartın da “kullanılamaz” hale gelebileceğine dair işaretler başladı.
İlk işareti de, ABD’nin Ankara Büyükelçisi Bass verdi.
Bass, Diplomasi Muhabirleri Derneği üyeleriyle bir araya geldiği toplantıda, açılış konuşmasını bu konuya ayırdı. Ve çok manidar bir mesaj verdi.
Türkiye’de 3 milyona yakın Suriyeli sığınmacının ağırlanmasından ötürü, “dünyanın Türk hükümetine minnettar olduğunu” elbette söyledi. Ancak şunları da ekleyiverdi:
- Tüm dünyada 55 milyon mülteci var. Ve bunların büyük kısmı, ekonomisi Türkiye’ye göre çok daha küçük ve kısıtlı ülkelerde bulunuyorlar.
- Türkiye, G-20 ülkesi. O zaman da bir G-20 ülkesi gibi davranmalı, bu konuda liderlik etmeli.
Türkiye’nin Cumhurbaşkanı’nın “sığınmacıları otobüslere doldurur, göndeririz” tehditleri savurduğu bir ortamda, elbette bir büyükelçi, “sığınmacıları kart olarak kullanmayı bırakın” mesajını ancak bu kadar nazikçe verebilirdi...

ANKARA FISILTISI

CHP ve Zarrab davası...



An­ka­ra­’da, özel­lik­le CHP ku­lis­le­rin­de “İ­yi ki Re­za Zar­ra­b’­ın Mia­mi du­ruş­ma­sı ip­tal ol­du­” cüm­le­si du­yu­lu­yor. Bu cüm­le­nin sık sık kul­la­nı­lır ol­ma­sı­nın ne­de­ni ise CHP’­nin da­va­yı iz­le­mek üze­re gö­rev­len­dir­di­ği he­yet­ten ge­çi­yor...
CHP, Zar­rab da­va­sı­nı iz­le­mek üze­re TBMM Grup Baş­kan­ve­ki­li Öz­gür Özel, Ge­nel Baş­kan Yar­dım­cı­sı Ve­li Ağ­ba­ba ve Muğ­la Mil­let­ve­ki­li Nu­ret­tin De­mi­r’­i gö­rev­len­dir­miş­ti. He­yet, eğer Re­za Zar­rab “ke­fa­let hak­kın­da­n” fe­ra­gat et­me­sey­di, Mi­ami’­ye gi­dip da­va­yı iz­le­ye­cek­ti.
He­yet üye­le­ri Tür­ki­ye­’de­ki si­ya­set­te ba­şa­rı­lı isim­ler ola­bi­lir­ler. An­cak so­ru şu:
Mes­le­ki geç­miş­le­ri, böy­le­si­ne önem­li ve tek­nik bir da­va­yı iz­le­mek için ye­ter­li mi?
He­yet üye­le­ri­ne ya­kın­dan ba­kın­ca, şöy­le bir tab­lo or­ta­ya çı­kı­yor: Öz­gür Öze­l’­in asıl mes­le­ği ec­za­cı­lık. Ve­li Ağ­ba­ba iş a­da­mı. Nu­ret­tin De­mir ise tıp dok­to­ru, ka­dın has­ta­lık­la­rı uz­ma­nı.
Ya­ni CHP, Ame­ri­ka­’da İn­gi­liz­ce ola­rak gö­rü­le­cek...
Hu­kuk te­rim­le­ri­nin kul­la­nı­la­ca­ğı...
Ulus­la­ra­ra­sı eko­no­mi ile de çok ya­kın­dan il­gi­li, do­la­yı­sıy­la ulus­la­ra­ra­sı eko­no­mik te­rim­le­rin de sık­ça ge­çe­ce­ği bu da­va için...
Bir ec­za­cı, bir tıp dok­to­ru ile bir iş ada­mı gö­rev­len­dir­miş­ti.
CHP Li­de­ri Kı­lıç­da­roğ­lu­’na özel not:
Son dö­nem­de gö­rüş­tü­ğüm An­ka­ra­’da gö­rev ya­pan tüm Ba­tı­lı Bü­yü­kel­çi­le­r’­den ay­nı cüm­le­yi du­yu­yo­rum: “Tür­ki­ye­’de mu­ha­le­fet çok ama çok za­yıf. Yan­lış üze­ri­ne yan­lış ya­pı­yor...”