Burası Yüksel Caddesi...
Üniversite gençliğinin mekânı, ağaçların altındaki her bir bank, bir bakıma form alanı...
Caddenin ortasında İnsan Hakları Anıtı var, bir kadın heykeli inatla hâlâ kitap okuyor...

*

İşinden atılan akademisyen Nuriye Gülmen ile öğretmen Semih Özakça, 75 gün burada açlık grevi yaptılar...
Biraz önce götürdüler...

*

Açlık grevleri: vicdanlara seslenen eylemlerdir...
Taşı, sopası yoktur...
Soluk bir beniz, morarmış gözaltları, titreyen eller, halsiz bir beden... Hâlâ bir umutlu gelip gidenleri izleyen fersiz gözler...
Kimsenin canına kıyamadığı için kendi canına kıyan insanların asil eylemi...

*

Hindistan’ı İngiliz sömürgeciliğine karşı savunan ve kazanan Mahatma Gandi’nin eylemidir...
Barış ve merhamet içerir...
Bu bakımdan açlık grevleri; insan hayatına değer verilen toplumlarda geçerlidir...
Devlet, açlık grevi yapanlara şefkatle yaklaşır oralarda...
Mizah bile olsa; Japonya’da açlık grevi yapan fabrika işçilerinin yemek yemelerini sağlamak için tepsilerle dana rosto gönderildiği anlatılır...
Görevi işçilere yemek yedirmek olan polis müdürü, megafondan yemek yeme sesleri çıkararak açlık grevindekilere seslenir:
“Hımmm...”
“Çok nefiiis...”
“Şöyle suyuna da bandırayım...”

*

Medeni ülkelerde açlık grevi yapanlar için ambulans, hemşire, doktor bekletilir...
Vicdan sızlamaktadır...
Merhamet uyanmaktadır...

*

Bizim amir baktı baktı...
“Vurun” dedi...
Oradakileri iyice dövdüler...
Üzerlerine oturdular...
Karınlarına tekme atıp ayaklarından tutup sürüklediler... Birisi koşup ilk yakaladığının sırtına bindi... Öbürü, tuttuğunun ayağını alıp kafasının yanından geçirerek karnına bastırdı...
Başları aşağıda, ayakları havada götürdüler...

*

Dün Nuriye ile Semih mahkemedeydi...
Türkiye’yi yiye yiye bitirenler suçlu bulunmadı...
Açlık grevi yapanlar suçlu sayıldılar...
Vicdan yine ortada yoktu...