Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Adalet” yürüyüşü tüm haşmetiyle tarihe geçmiştir. Yürüyüşün asil havası ve barışçıl niteliği Türkiye’de yaşayan insanların demokratik kültür düzeyinin sanılandan çok daha yüksek olduğunu göstermiştir. Bu yürüyüş sayesinde Türkiye, çok rahat Avrupa Birliği tam üyesi olabilecek olgunluğa geldiğini kanıtlamıştır. Kendine olan güvenini bir hayli kaybetmiş AKP iktidarının, duyduğu huzursuzluğa rağmen, yürüyüşü yine de iyi tolere ettiğini söyleyebilirim. Bu “demokrasi bilinci oluşturan eylem” salimen biterse, AKP’yi de kutlamak şart olacaktır.

TÜRKİYE’NİN SİYASİ DİYALEKTİĞİ

Bin yıl boyunca İslam retoriği ile dünya görüşü oluşturulmuş bir toplumun, “laik düşünce ve yaşam tarzına” geçmesinin kolay olmayacağını kabullenmek zorundayız. Newton’un Üçüncü Kanunu “her etki, kendi gücüne eşit güçte karşı yönden gelen bir tepkiye sebep olur” der. Türkiye, 250 yıldır “laikleşme etkisine karşı, İslam’ı savunma tepkisi” veya “İslam etkisine karşı laik tepki” arasında gidip gelmektedir. Eşyanın tabiatı icabı Türk toplumu giderek laikleşmektedir. Bu dönüşüm yavaşlayabilir, ama gidişat terse dönmez. Laiklik, bilimin yol göstericiliğini kabul etmektir. Bilim karşısında da dinlerin kendini yenilemek ve egemenlik alanlarından fedakârlık etmekten gayri ellerinden bir şey gelmez. Başka iç ve dış dinamikler olmakla birlikte, Türkiye’de yaşanan “iktidar mücadelelerini” bu eksende tahlil etmeden, hiçbir gerçekçi senteze varılamaz.

BÜYÜK RESİM, BÜYÜK KARGAŞA

Ülkemiz zor bir dönemden geçmektedir. 1. AKP, laik devrimlerin etkisini ortadan kaldırmak için, kendi söylemiyle “sessiz (İslamcı) ihtilal” yapma davasıyla yola çıktı. Bu yolu da Gülencilerle birlikte yürüdü. Ancak kural olarak “bir minberde iki imam olamaz”dı. Menzile yaklaşırken, ihtilal kendi evlatlarını yedi. Maalesef içten bölünmüş Türk devleti 15 Temmuz gibi bir lanetle karşılaştı. 2. AKP, Kürt sorununun “Ne Mutlu Türküm Diyene” ilkesinden çıktığı kanısındaydı. Bunu “Tek İslam Milleti” teziyle çözmek istedi. Bu amaçla “Açılım” başlattı. Bu proje de hayatın kendisine aykırı olduğu için çöktü. 3. Türkiye, ABD ve AB’nin Orta Doğu ve Kuzey Afrika devletlerini “İsrail’in güvenliği ve petrol uğruna” yıkmasına yardım ederken, yıkılan ülkelerin enkazı altında kaldı. Ortaya bugünkü sorun yumağı çıktı.

GERÇEKLERLE YÜZLEŞME VE UZLAŞMA (TRUTH AND RECONCILIATION)

Durumdan vazife çıkardım ve bir çözüm yolu tasarlamaya başladım. Kılıçdaroğlu’nun “Adalet” yürüyüşü bana hem ümit, hem de ilham vermişti. Ama kilitlenmeyi açacak bir düşünsel anahtara ihtiyacım vardı. Birden aklıma Güney Afrikalıların paragraf başına koyduğum ibaresi geldi. Bu, aradığım şey olabilirdi. ...ve şöyle düşündüm. Yürüyüşün son sahnesine niçin AKP İstanbul teşkilatı da katılmasın? Onlar da adalet istemiyor mu? Bu büyük yürüyüşten sonra TBMM’de bir “gerçeklerle yüzleşme ve uzlaşma” süreci başlatılamaz mı? Kimse, kimseyi bu topraklardan kovamayacağına göre, uzlaşmaktan başka yol var mı? Tercihlerimizi dayatmaktan kısmen vazgeçip, kendi hür irademizle karşımızdakilere de yeterli bir hayat alanı açmak aranan çıkış yolu olmaz mı?

Son söz: Her çözümün bir suçlusu vardır.