Sevgili okurlarım, Hollanda ile yaratılan son kriz, akıl alacak gibi değil. Sen bir ülkenin koyduğu kuralları, sana yaptığı ricaları görmezden geleceksin, egemenlik haklarına saygı göstermeyecek ve bakanlarını zorla o ülkenin sınırlarına sokmaya kalkışacaksın!..
İnanılmaz bir olaydır.
Başbakan Binali Yıldırım bundan birkaç gün önce atv’de katıldığı televizyon programında şöyle demişti:
“15 Mart günü Hollanda’da seçimler var. Dolayısıyla, o günden önce o ülkede bir etkinlik yapmamız mümkün değil...”
Sen orada yapacağın siyasi şovlar için birkaç gün önce bunları söyleyeceksin, sonra da iki bakanını Hollanda’ya sevk edeceksin.
Aile Bakanı Fatma Betül Sayan Kaya izin verilmediği halde Almanya sınırından karayolu ile geçip Rotterdam’a gitti, konsolosluğa girişine izin verilmedi ve kibarca sınır dışı edilip geldiği Almanya’ya iade edildi.
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun uçağına ise iniş izni verilmedi. Bakan Bey izin verilmeyeceğini önceden biliyordu ama işleri kızıştırmaktan çekinmedi.

*  *  *

Sonrasında sözlü saldırılar, tehdit ve hakaretler başlatıldı:
- Ey Hollanda, hesabını fena sorarız haaa!..
- Faşistler, Naziler...
- Bunun bedelini ödersiniz...
- Kim takar senin AB üyeliğini...
Neyin hesabını soracaksın kardeşim!
Sana önceden rica ediyorlar ve diyorlar ki “Sizin referandum için gelin ama bizde ortam zaten gergin. Bizim seçimleri bekleyin, sonra istediğiniz gibi buyurun gelin.”

*  *  *

Peki ama burada bir şey sormak gerekiyor:
Bu iki bakan Hollanda’ya resmi görüşmeler, yani devlet görevi için mi gidiyor?
Hayır, iktidar propagandası yapmak için!
Altlarında devletin uçakları, emirlerinde devletin bir sürü personeli, bütün harcamalar şirketten!
“Evet” propagandası için, olay yaratmak ve yurtdışında yaşayan vatandaşlarımızı devlet parasıyla kafakola almak amacıyla gitmeye kalkıştılar.
Şimdi çıkan olaylar sonrasında ellerini ovuşturuyorlar:
“Taktiğimiz tuttu! Vatandaşlarımızı kafakola almayı başardık. Bu olaylardan sonra yurtdışı “Evet” oylarında en az iki puanlık artış elde ettik.”
İşte, oynadıkları siyasi oyun bu idi.
Sonucun kendi açılarından olumlu olup olmadığını şimdiden bilemeyiz.
Bilinen tek şey, saygınlığını dışarıda da yitiren Türkiye Cumhuriyeti bu olaydan ağır yara almıştır.

*  *  *

Şimdi size Türkiye’den, yine AKP iktidarı döneminden somut bir örnek vereyim! Acaba devletin, bazı istemediği kişilere “Buraya gelme” deme hakkı var mıdır, böyle bir durum Türkiye’de olmuş mudur, o sorunun yanıtına kısaca bakalım.
Yıl 2004... Kıbrıs için Birleşmiş Milletler tarafından hazırlanan Annan Planı iki toplumun (Türk ve Rum toplumlarının) onayına sunulacak.
Konulan kurala göre bu planın yürürlüğe girmesi için iki tarafın da onaylaması gerek.
Adanın iki kesiminde de siyasi mitingler, toplantılar, propaganda çalışmaları sürüp gidiyor.
AKP hükümeti ve onun başbakanı olan Recep Tayyip Erdoğan plana Türk kesiminin olumlu oy vermesi için büyük çaba harcıyor.
Türk tarafındaki asalak, liboş, AB’ci takımı bütün güçleriyle “Evet” propagandası yapıyor. İşin o günkü parolası Kıbrıs diliyle “Yes be annem!”
Amaçları Rum tarafıyla birleşip AB pasaportlarını cebe koymak ve dünyanın her yerine vizesiz gidebilmek.
Bir de, AB’nin bütün parasal olanaklarından Rum kesimi gibi yararlanmak... Zira Rumlar AB üyesi.

*  *  *

Ancak bu Annan Planı’na kahramanca direnen biri var.
KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş.
AKP iktidarının tam tersine, Türk kesimine “Hayır deyin, yoksa Rum baskısı altında ezilip gideriz, Kıbrıs’ı Yunan’a bırakırız” diye çağrılarda bulunuyor.
Ulusal davamız Kıbrıs’ın sivil kahramanı ve önderi olan Denktaş Türkiye’ye geliyor ve “Hayır” çağrılarını burada da sürdürüyor.

*  *  *

Planın geçerli olması için iki tarafta ayrı ayrı yapılacak halk oylamasında her iki toplumun da “Evet” demesi gerekiyordu.
Türk tarafı bu plana yüzde 65 evet derken Rum tarafı yüzde 75 hayır dedi ve Annan planı geçerlik kazanmadı.
Bugün orada küçük de olsa bağımsız bir Türk devleti varsa onu Rumların hayır oylarına borçlu olduğumuzu söyleyebiliriz.

*  *  *

Şimdi gelelim bu Kıbrıs olayına niçin girdiğime!..
Annan Planı’nın Kıbrıs’ta oylanması öncesinde Denktaş Türkiye’ye gelmişti. Çalışmalarını kendi anayurdunda sürdürüyor, Türk Milletini hayır konusunda ikna etmeye çalışıyordu.
Bu amaçla çeşitli illerde konferanslar veriyor ve toplumu etkilemeyi başarıyordu.
Recep Tayyip bu aşamada Rauf Denktaş’a bindirmeye başladı. Ulusal davamız konusunda Denktaş’ın kendisine ters düşmesini içine sindirememişti ve gazetecilere şunları söyledi:
“Maalesef şu anda ağırlıklı olarak bu iş niçin Türkiye’de yapılıyor? Onu merak ediyorum. Yani yapılacak bir şey varsa buyur Kıbrıs’ta yap onu. Ne anlatacaksan Kıbrıs’ta anlat. KKTC Cumhurbaşkanı’nın Türkiye’ye gelip bazı marjinal gruplarla bu toplantıları yapmasını üzüntüyle izliyorum...”

*  *  *

Sevgili okurlarım, şimdi bu son olaylardan sonra Hollanda hükümeti bizimkilere aynen Erdoğan’ın geçmişteki bire bir aynı sözleriyle yanıt verirse ne olacak? Dünya liderimiz o zaman ne diyecek:
“Sen kendi soyundan olan Denktaş’ı bile Türkiye’de referandum siyaseti yapmakla eleştiriyordun. Şimdi sizin referandum siyasetiniz niçin Hollanda’da yapılıyor, onu merak ediyoruz. Yapılacak bir şey varsa buyur Türkiye’de yap onu. Ne anlatacaksan Türkiye’de anlat...”
Aman demesinler, lütfen demesinler, vallaha altında kalırız ve dünyaya bir kez daha rezil rüsva oluruz.