Başkanlık sistemi, 7 Haziran 2015 seçimlerinden bu yana iktidarın temel hedefiydi ve yapıldığı günden bu yana tartışılan Nisan 2017 referandumuyla bu hedefi yakaladı.

Şimdi daha kritik bir aşamaya geçildi: “Başkanlık sistemi” yetkilerini kimin kullanacağına 24 Haziran’da karar verilecek.

Avrupa Konseyi Venedik Komisyonu üyesi ve Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Osman Can, AKP’nin yönelimlerini ve 7 Haziran seçimlerinden sonra yaşananları Cumhuriyet'ten Kemal Göktaş'a anlattı. AKP eski milletvekili ve MKYK üyesi olan Can, aynı zamanda Anayasa Mahkemesi raportörü olduğu dönemde AKP kapatma davası başta olmak üzere birçok tarihi davanın da tanığıydı.

İşte o röportajdan bir bölüm;

- 2015 yılı 7 Haziran seçimlerinden sonra AKP MKYK üyesi olarak koalisyon görüşmelerinde yer aldınız. O görüşmelerin perde arkası bugüne kadar pek basına yansımadı. Neler yaşandı?

Koalisyon için iyi bir zemin ve eğilim olmasına rağmen gerçekleşmedi. Seçimlerden sonra ilk MKYK toplantısında CHP ile koalisyon seçeneği ağırlık kazandı. CHP ile görüşmeleri yürüten ekipteydim. Sorumluluk alanım olan anayasa, hukuk ve özgürlükler konularında CHP’nin demokratik bir çizgiye yaklaştığını tespit ettik ve bunu Sayın Davutoğlu’na aktardık. Davutoğlu biraz da şaşırarak, bu kadarını beklemediğini, 1921 Anayasası’na referansın önemli olduğunu ve bu koalisyonun yapılabileceğini söyledi. Nihai brifingde de durumu aktardık. Davutoğlu’nun koalisyon eğiliminin devam ettiğini, ancak Cumhurbaşkanı’ndan gelen sinyallerin olumlu olmadığını gözlemledim. Nitekim zamana oynandı, koalisyon için somut adım yerine Başbakan görevi iade etti. cumhurbaşkanı da hükümet kurma görevini Kılıçdaroğlu’na vermeyerek sürenin tamamlanmasını bekledi ve seçim kararı verdi. Davutoğlu’nun son yaklaşımı seçimlerde aynı sonuçlar geldiğinde artık CHP ile koalisyonun önünde bir engel olmayacağıydı. Ancak gelişmeler çok farklı yöne evrildi.

- Koalisyonun olmamasının Türkiye’nin geldiği yerdeki payı nedir?

Çok büyük... Türkiye’nin bekası tartışmalarının başladığı bir dönemde koalisyon çok yararlı işlevler üstlenebilirdi. Bir reform hükümeti kurulur, yüzde 70’lik Meclis çoğunluğuyla yeni anayasa yapılır, 100-150 yıllık anayasal, toplumsal ve siyasal sorunlar için kurumsal çözümler ortaya konurdu. Türkiye rahatlardı. Hukukun üstün olduğu bir Türkiye güvenli liman haline gelirdi, ki bunun yerli ve yabancı sermaye için önemini anlatmaya gerek yok.

- CHP ile AKP’nin 1921 Anayasası temelinde uzlaşması ne anlama geliyordu?

CHP geleneksel algının aksine “61 veya 24’ü dahi bir kenara bırakalım, 21’i esas alalım” dedi. Bu hayati bir paradigma değişimiydi. AKP de 2012’den itibaren ‘1920 ruhu’ dediği için temel bir uzlaşı oldu. 1921 Anayasası milletin var oluş savaşı verdiği bir dönemde Meclis’te neredeyse oybirliğiyle kabul edildi. 1920 Meclisi etnik, kültürel, dilsel ve inanç olarak farklılıklara açık, çoğulcu bir meclisti. Kürdistan, Lazistan mebusu vardı. Ancak bu şekilde Kürtler ve diğer unsurlar Kurtuluş Savaşı’na gönüllü katıldı. Bunu sağlayan en temel tercihlerden biri ademi merkeziyetçi yapısıydı. Sonraki anayasalar katı merkeziyetçi bir yapı benimsedi. Kürt sorunu başta, pek çok sorunun temelinde bu anlayışın terk edilmesi yatıyor.

- 7 Haziran yenilgisinden sonra iktidardan düşme kaygısı ile mi bu yoldan dönüldü?

İktidardan uzaklaşma kaygısının çok güçlü olduğunu düşünüyorum. Ama iktidardan düşüldüğünde, parti düşer, ülke düşmez ki. Kaygı ne kadar güçlü olursa olsun, bence koalisyondan vazgeçmeyi haklılaştıramaz. Bu tarihi bir fırsat idi, heba edildi. Bunun sorumluluğu büyük. Çünkü çözüm için bugün daha fazla bedel ödemek zorunda kalacağız. Bu fırsat yeniden yakalanabilir; yakalanmak, üretilmek zorunda.

- AKP kapatma davasında raportördünüz ve raporunuz kararda etkili olmuştu. AYM kararında laikliğe karşı eylemlerin odağı tespiti yapılmış, ancak AB reformları bir tür ‘iyi hal’ olarak değerlendirilerek kapatma yerine para cezası verilmişti. Sizce hukukun açtığı bu kredi sonra berhava edilmedi mi?

İşin doğrusu o konuda bir hayal kırıklığı içindeyim. Hukukun açtığı bu kredi 2013’e kadar da aksaklıklarla birlikte, doğru kullanıldı. Ancak sonrasında bu kredi hoyratça kullanıldı. Laiklik konusunda da, laikliği Anayasa Mahkemesi ilk defa özgürlükçü bir anlamda yorumlamıştı. AKP bu özgürlükçü laikliği referans aldığımızda dahi oldukça savrulmuş durumda. Devletin inançlar konusunda tarafsızlığı açısından bakıldığında ciddi ayrımcılık sorunları yaşadığımızı inkâr edemeyiz.

- AKP’den Haziran 2015’te vekil seçildiniz ve MKYK üyesi iken Kasım 2015’te aday gösterilmediniz. Bunun nedeni CHP ile koalisyona sıcak bakmanız mıydı?

Birkaç gelişme oldu. İlk olarak demokratik hukuk devleti ve özgürlükler ekseni üzerine inşa ederek hazırladığım seçim beyannamesi taslağına çok müdahale edildi. Sayın Erdoğan’ın 2015 seçimlerine giderken parti lideri gibi polemiklere girmesinin yanlış olduğunu söyledim. HDP’nin parlamentoda olması gerektiğini söyledim. En önemlisi de CHP ile koalisyonu aktif şekilde savundum. Bu durum bizim gibilere parti içinde “içimizdeki CHP’liler” denmesine yol açtı. Davutoğlu’nun seçimden aynı sonucun çıkması durumunda AKP -CHP koalisyonunu kurmanın kolay olduğu yaklaşımı üzerine yeniden aday oldum. Ancak parti kongresinde AKP’nin esaslı bir yol ayrımına gireceği ortaya çıkınca, üniversiteye döndüm.

- Davutoğlu’nun görevden alınmasının da bir nedeni bu olabilir mi?

Nedenlerden biri bu olabilir, tabii ki onun dışında pek çok neden olabilir.

- CHP’nin seçim mesajlarının demokratik inşanın anahtarları olduğunu yazdınız.

CHP’de önemli değişimler var, eksiklikleriyle birlikte. Bir dönem AKP’de olan pek çok olumlu söylem sahipleniliyor. 21 Anayasası’na referans vermek, inanca saygılı laiklik, kapsayıcı kucaklayıcılık gibi... Bunlar çok sevindirici. Bunlar parti meselesi değil, Türkiye meselesi, hangi partide dile getirilse sahiplenmeli. Bunların çoğu 2014’te AKP içinde bir komisyon olarak hazırladığımız iki farklı anayasa taslağının temel özelliklerindendi. O taslaklar en geç 2015 seçimlerine giderken kamuoyuyla paylaşılacaktı, ancak bir türlü gündeme gelmedi.

- Onlar da mı cumhurbaşkanı engeline takıldı?

Bunu ilk defa bu röportajda dile getiriyorum: Bu taslaklar beğenildi ve MKYK’de onaylandı. Başkanlık ve parlamenter sistem temelinde hazırlanmış iki taslak vardı. İkisi de ademi merkeziyetçiydi, denge-denetim mekanizmaları öngörülmüştü, 21 Anayasası yaklaşımına göre hazırlanmıştı. Başkanlık sisteminde eşzamanlı seçim yoktu, bakanlar ve üst düzey bürokratlar Meclis onayından geçiyordu ve Cumhuriyet Senatosu gibi bir duruma göre toplanan komisyon öngörülmüştü. Yerel yönetimler anayasal güvenceye kavuşturulmuştu ve merkezi idare ile uyuşmazlık çıktığında uyuşmazlığı çözmekle AYM yetkilendirilmişti. Başkan’ın partisinde görev alması yasaklanıyordu. Bu taslak çok beğenilmişti, ki beğenen sayın Cumhurbaşkanı’nın bizzat kendisiydi. ‘Bunları sunalım, kamuoyunda hangisi benimsenirse onunla yola devam edilir’ dendi. Ancak kaldı. Taslakların her ikisi de Türkiye’de büyük çoğunluklarla kabul edilebilirdi. CHP’nin de müzakere edebileceği metinlerdi.

- Ne engel oldu peki? Çünkü bu taslaklardaki anlayışın yerine 16 Nisan referandumunda tam tersi bir değişiklik yürürlüğe girdi.

Ben haftada bir defa Ankara’ya giden, ayda 1-2 defa Başbakan ile karşılaşabilen bir kişiydim. Ancak her gün onu gören, meseleleri aktaran insanlar vardı. Bu kişilerin çoğu benim ortaya koyduğum kurumsal ve yapısal öneriler ve çözümlemelerle ilgili duyarlılık taşımıyorlar. Ben ayrıldım, taslaklara sahip çıkan kalmadı.

- Seçimler sizce Türkiye için demokratik bir restorasyonun kapısını açabilir mi?

Bu potansiyelin olduğunu düşünüyorum. HDP de Meclis’te temsil edildiğinde bu mümkün olur. Ondan sonrası siyasetçilerin basiret ve ferasetine bağlı. Türkiye’nin sorunlarının temelinde anayasal düzen sorunu olduğunu görmemekte ısrar ederlerse, üzülmeye devam edeceğiz.

[custom_content title="‘Kurucuları da kaygılı' " desc=" 'Benim gözlemime göre 2013’ten sonra AKP ciddi bir travma yaşadı. Buna özgürlükçü, ademi merkeziyetçi ve demokratik bir hukuk devletinin inşası şeklinde cevap vermek yerine, hızla içine kapandı, komplolara sarıldı ve olağanüstülük psikolojisiyle lider kültüne teslim oldu. Bu, tehlikeli bir sarmalı ortaya çıkardı. Partinin kurucuları ve eski ağır topları da benzer kaygıları dile getiriyor.'"]
‘Devlet aklı yok edildi’

- 2015 yılında “AK Parti demokratik bir iktidardır ama AK Parti’nin kullandığı devlet aygıtı demokratik değildir” demiştiniz. AKP’nin hâlâ demokratik bir iktidar olduğunu düşünüyor musunuz?

Maalesef son üç yıl içinde yaşananlara baktığımızda artık aynı önermeyi kullanmakta zorlanıyorum. Devlet aygıtının demokratikleştirilmesi, hukukun üstünlüğünün hâkim kılınması AKP’nin sorumluluğunda idi. AKP ise demokratik olmayan devlet aygıtının sunduğu konforu, katı merkeziyetçi idarenin fırsatlarını kullanmayı seçti. FETÖ darbe girişiminin sunduğu ortak duyarlılığı demokratikleşme fırsatına çevirme yerine devlet aygıtını bütünüyle irrasyonelleştirdi. Kurumsal hafızalar devre dışı bırakıldı. Devlet aygıtı siyasi kararları rasyonelleştiren ve frenleyen aygıt olmaktan çıkarıldı, irrasyonelliği filtresiz bir şekilde aşağıya aktarmanın aracına dönüştürüldü. Yani aslında devlet aklı yok edildi. Bu ise bütünüyle yönetilemez bir tablo ortaya çıkardı.

- AKP’yi 2015 öncesinde anti-demokratik bulanların kaygılarını daha çok askeri vesayetin direnci olarak görüyordunuz. AKP baştan beri tekçi iktidarı hedeflemiyor muydu sizce?

Benim hareket noktam partilerin programları, tüzükleri ve eylemleri. AKP eksiklik ve hatalarıyla birlikte 2002-2012 döneminde bu zeminde hareket etti ve AB’nin ve uluslararası toplumun olumlu tepkileriyle karşılaştı. Sonrasında bu hedeflerden uzaklaştıkça olumsuz bir noktaya savruldu, bunu da teslim etmek gerekir. Olağanüstü şartların doğurduğu kitleselleşmek için kitleselleşmenin mantığına uygun bir şekilde hareket eden, rasyonelleşen, ancak entelektüel sermayesi tükenince içine kapanmaya, bocalamaya başlayan, duygusallığı ve sembolleri kullanarak eksikliğini kapatmaya çalışan tipik bir siyasi hareketten söz etmek daha doğru. Türkiye’de demokratik bir uzlaşı olmadığı için, bir kesimin askeri vesayete sığınması, diğerinin popülist bir lider etrafında kenetlenmesi aynı kaygının ürünü ve ikisi de sağlıklı değil. Demokratik bir hukuk devletinde esas güven kaynağı hukuktur.