ANALİZ

Kılıçdaroğlu Erdoğan’la baş edemez


Türkiye’de siyasetin seviyesi çok aşağılara indi.
Başından bu yana hiç kalite endişesi taşımayan iktidar yarattığı algılarla düzeysiz siyaseti kamuoyuna da bir anlamda kabul ettirdi.
Üstelik hem devlet gücünü hem de medya hakimiyetini kullanarak bu düzeysizlikten muhalefeti sorumlu tutabiliyor.
Örneğin AKP Genel Başkanı hemen her gün başta CHP ve lideri olmak üzere kendine karşı gördüğü herkese çoğu kez argo kelimeler de kullanarak hakaretler yağdırıyor.
Oysa medyaya bakarsanız muhalefet “Erdoğan düşmanlığı” nedeniyle her gün küfürler ediyor. Erdoğan ve ailesi sürekli olarak bu küfürlerin yoğun saldırısı altında kalıyor.
Aleyhine yaratılan bu algıyı nedense muhalefet, tabii özellikle CHP bir türlü göremiyor.
Bu nedenle kamuoyunda oluşan algının peşine takılarak siyasi muhalefetin düzeyini Erdoğan’ın istediği çok düşük düzeyde tutturmaya gayret ediyor adeta.
Gerçek anlamda muhalefet etmek yerine tıpkı Erdoğan gibi “ses yükselterek” cümlelerin içine bazı “ağır kelimeler” ekleyerek toplumda etkili olabileceğini sanıyor.
Oysa tam tersi oluyor ve her seferinde durum CHP’nin aleyhine dönüyor.
Örneğin Kılıçdaroğlu salı toplantısında Afrin’e sanatçı götürülmesini eleştirirken şunları söyledi; “Eğer bir ülkede Cumhurbaşkanlığını işgal eden zat ettiği yemine sadık kalmıyorsa, namusuna ve şerefine sahip çıkmıyorsa ona sanatçı sahip çıkamaz. Sanatçı denen vatandaş, onun yanında senin ne işin var? Afrin’de 52 şehidimiz var. Yüzlerce yaralımız var. 52 şehidimizin daha kanı kurumadı. Toplanmış bir grup güruh, davul, zurna, klarnet, şarkılar, türküler. Ben merak ediyorum bu rezil adamlar ve onları oraya götüren adam, eğer yüreğin yetiyorsa bir Afrin şehidinin evinin bulunduğu sokaktan geç bir de Yaylalar türküsünü söyle bakalım, gücün yetiyorsa ve ahlak kaldıysa.”
Kılıçdaroğlu bu konuşmasında “sanatçılar üzerinden” Erdoğan’a vurduğunu düşünüyor herhalde.
Yanlış tabii.
Nitekim AKP fırsatı kaçırmıyor. Parti Sözcüsü Mahir Ünal, CHP liderinin, Türk siyasetin konusu olmaktan çıktığını psikiyatrinin alanına girdiğini söyleyiveriyor.
Ardından bildik hakaretler başlıyor. Ünal Kılıçdaroğlu’nun “siyasetsizlik, pespayelik ve çaresizlik” ürettiğini ileri sürerek “8 seçim kaybettiği halde oturduğu koltuktan kalkmasını bilmeyen, parti içerisindeki tartışmaları bastırmak için AK Parti’ye ve Cumhurbaşkanımıza hakaret, küfür ve iftirayı kendine şiar edinen bu genel başkan bozuntusunu aziz milletimizin yüksek ferasetine ve maşeri vicdanına havale ediyoruz” deyiveriyor.
Bunlara cevap verilebilir mi?
Hayır.
Çünkü CHP ve Genel Başkanı’nın yapamayacağı şeyler vardır;
Küfrü bilmezler
Hakareti beceremezler
Bel altına inemezler
Yalan söyleyemezler
Şovenizme kayamazlar
Popülizmden anlamazlar.
Ancak ne yazık ki siyaset de üretemiyorlar işte.
Afrin’de yaşanan rezalete sadece sosyal medyadaki tepkiler üzerinden baksalar bile  daha etkili bir söylem geliştirebilecekler aslında.
O olay nedeniyle sanatçılara ve üzerinden Erdoğan’a vurmak yerine, “TSK gerçekten peygamber ocağı olsa arife günü kan döker miydi?” “Diyorlar ki devlete katil deme, olur seri katil.” “Devlet JİTEM’e katil desin Kürtler’den de PKK’ya terör örgütü demelerini bekleyelim” yazan tweetler atan bir kadın trolün başta genelkurmay başkanı olmak üzere yüksek rütbeli subaylarla fotoğraf çektirmesini eleştirebilirdi.
Erdoğan’a “çakmanın” kamuoyunda bir getirisi yok.
Bunun yerine anayasal görevlerini unutan ve saraya biat etmeyi tercih edenlerin afişe edilmesi toplum vicdanında daha etkili olacaktır.

CANIMI SIKAN ŞEYLER

Kim bu Tipitip nedir bu Gargamel?


Siyasette seviye düşüklüğünden söz  açılmışken devam edelim.
Artık AKP’ye entegre olan MHP’nin Genel Başkanı salı toplantısında Özgür Özel’in “Seçim güvenliği ordusu kuruyoruz” sözlerini eleştirerek, ‘’CHP’nin geveze ve gevşek bir grup başkanvekili ‘Seçim ordusu kuruyoruz’ diyerek aklının dibini dökmüştür. Bizim bildiğimiz ordu tektir. Yeni bir ordu kurma teşebbüsü paralel bir örgütlenme olsa gerektir. Teröristler de bu orduya sızdırılırsa CHP’nin tipitip grup başkanvekili buna ne diyecektir?’’ demişti.
CHP’li Özgür Özel de sanki cevap vermek zorundaymış gibi “Şunu itiraf edeyim. Çocukken en sevdiğim sakız Tipitip, en sevdiğim karakter de Tipitip’di. Ben gözlüğümle de, burnumun şekilsizliği ile de barışık biriyim. Verdiğim kilolara bakınca Tipitip’e benzetmesinde de sıkıntı yok. Bizim kuşak en çok Tipitip’i sever. Geldiğim bu noktada demokrasinin, siyasetin Tipitipi olduysam ne var bunda. Ama bizim kuşak en çok Gargamel’den korkardı. Siyasetin Gargameli bana Tipitip diyor ama sabahları bir aynaya baksın. Çocukların en çok korktuğu kişi olarak demokrasinin Gargamel’i, siyasetin Gargamel’i olmak Tipitip’i olmaktan daha iyi bir şey değil” dedi.
Tamam, Özel’in kendisiyle dalga geçmesi güzel de kişisel olarak da parti olarak da bu tür muhalefeti bırakmak zorundalar bana göre.
Biri bir şey söyleyince aynı üslupla cevap verilmesi gerekmez.
CHP Genel Merkezi dün partililere bazı konularda uyulmasını istediği bir genelge gönderdi. Bu genelgenin maddelerinden birinde şunu diyor; “Düşük seviyeli söylemlerle ilgili sorulara muhatap almayarak cevap verilmeli. Muhatap almamak çoğu zaman en güzel cevaptır. Muhatap almadığımız ya da o seviyeye inmeyeceğimiz dile getirilmeli.”
Doğru olan bu. Kendi kendini bitirmiş bir partiye düşük seviyede cevap vermek yerine hiç ciddiye almamak ya da “Biz bu üsluba karşı bir şey söyleyemeyiz, kalitemizi oralara çekemeyiz ki” demek toplumda da çok daha fazla etki ve sempati yaratacaktır.

KAFAMI BOZAN ŞEYLER

Gençlere bu kadar vicdansızlık yapmak yine acı sonuçlar verebilir


Boğaziçi Üniversitesi’ndeki bir grup öğrenci Afrin’deki operasyona karşı çıkmıştı.
Vay sen misin karşı çıkan. Üzerinde “cumhurbaşkanı” sıfatını da taşıyan AKP Genel Başkanı “Komünist bunlar, terörist bunlar, bunlara okuma hakkı vermeyeceğiz artık” dedi.
Bu sözler elbette rektörlük, emniyet ve yargı tarafından “emir” kabul edildi.
O gençler sabaha karşı toplandı, mahkemeye çıkarıldı (usulen) 9’u tutuklandı.
Bu hangi vicdana, ahlaka sığar?
“Benden değilsin o halde teröristsin, gir içeri yat bakalım.”
Türkiye bu tür vicdansızlığı 50 yıl önce de yapmıştı.
Yaşanılan acıları hâlâ unutamıyoruz.
Hoş bugünkü iktidar zihniyeti zaten o günlerde de aynı vicdansızlığa çanak tutuyordu, onlar açısından değişen bir şey yok, benim üzüldüğüm Türkiye’nin geleceğini daha da karartmalarıdır.

DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER

Sanki iktidarın bilinçaltında bir “Rusya korkusu” var


Rusya’nın yapacağı nükleer santral çok önemseniyor, ancak Rusya’nın Türkiye’de bu kadar büyük bir yatırımı olması sanıyorum iktidar çevrelerinde bilinçaltı bir korkunun da ortaya çıkmasına neden oluyor.
Hürriyet’in saray yazarı Abdülkadir Selvi bugüne kadar pek çok kere yazılmış olan bu konuyu dünkü köşesine taşımıştı yine.
Şöyle demiş Selvi; “Türkiye ile Rusya ne zaman yakınlaşsa bunun sonuçları ağır oldu. Merhum Menderes, 27 Mayıs’ta devrilmese 1 ay içinde Rusya’yı ziyaret edecekti. Demirel, Türkiye üzerinden kalkan U-2 casus uçaklarının Rusya’yı dinlemesini yasakladığı, Seydişehir Aliminyum Tesisleri ve İskenderun Demir Çelik ile Aliağa Rafinerisi’ni Ruslara yaptırdığı için 12 Mart’ta devrildi.”
Abdülkadir Selvi bunları yazdıktan sonra kendine ve partiye bir teselli bulmuş tabii. Son cümlesi şöyle; “Erdoğan ve Putin’in güçlü liderliği sayesinde bu kez başaramadılar.”
Tarih yine tekerrür eder mi orası başka ama hem “bu kez başaramadılar” diyeceksiniz hem de “bu korkuyu” yine dile getireceksiniz.
Pek mantıklı değil. Demek ki bilinçaltı fena zorluyor iktidarı.

ŞAŞIRDIM

Şimdi İsrail düşünsün, Tayyip Bey düğmeye bir basacak...


Rusların yapacağı nükleer enerji santralinin temeli büyük bir törenle atıldı.
Artık neredeyse tamamı yandaş hale gelen gazetelerin dünkü başlıkları “Türkiye nükleer güç” şeklindeydi.
“Nükleer güç” tanımını yapıyorsanız kimsenin aklına bunun bir “elektrik santrali” olduğu gelmez. “Nükleer güç” tanımı “nükleer silah” olarak anlaşılır.
Ancak zaten yandaş medyanın asıl amacı da bu imajı yerleştirmek beyinlere.
Dün sabah bunun canlı tanığı oldum.
Her sabah saat 08.45’te CRİTürk Radyo’da günün yorumunu yapıyorum.
Nükleer santralle ilgili soru üzerine “Asla istemem diye karşı çıkmıyorum ama bu konuda endişesi olanların haksız olmadığı da ortada, ayrıca dünyanın giderek bıraktığı bir sistemi sanki bir rüya gibi tanıtmak da yanlış” dedim.
Ardından Üsküdar’da bindiğim motorda yanıma gelen bir vatandaş “Sizi tebrik ediyorum” dedi.
Her gün yaptığı toplu ulaşım yolculukları sırasında sayısız insanla konuştuğum için gülerek “Hayrola” diye sordum.
“Sabahki konuşmanızı dinledim. Eleştirdiniz ama istemezükçü olmadığınızı da gösterdiniz, bu güzel bir muhalefet” diye sürdürdü.
Bunun üzerine “Siz” dedim “Nükleer enerjiyi çok mu istiyorsunuz?”
Adam gayet ciddi “Elbette, bunu da şükürler olsun Erdoğan başardı, artık İsrail düşünsün” diye cevapladı sorumu.
“Nasıl yani?” dedim şaşırarak “İsrail ne alaka?”
Şaşırmama şaşırarak “Artık bölgedeki tek nükleer güç olma havası sönecek. Tayyip Bey buradan düğmeye bir bastı mı İsrail yok olacak” karşılığını vermez mi.
Bir şey söyleyemedim “Durun bakalım Allah korusun öyle şeyleri bile düşünmemek lazım” falan dedim.
Sonra Halk TV’ye gelip gazete başlıklarını görünce vatandaşın nükleer enerji ile nükleer silahı nasıl birbirine karıştırdığının sırrını anlamış oldum.

sozcu-banner-1