Sevgili okurlarım, Türkiye tarihinin en kritik seçimlerinden birine gidiyoruz...
İki aydan daha az bir zaman kaldı ve CHP’nin adayı henüz belli değil.
Biraz geç kalıyorlar gibime geliyor.
Gerçi acele işe şeytan karışır derler ama şimdi iyice yavaştan alıyorlar. Toplum CHP adayını sabırsızlıkla bekliyor. Şimdi düşünün ki, seçimlere çok az bir süre kala bu aday açıklanacak, bir sürü hazırlıklar yapılacak, mitingler ayarlanacak, aday o mitinglerde konuşmalar yapacak ve kendini millete tanıtacak.
CHP’ye naçizane tavsiyem, ellerini bu konuda biraz çabuk tutmalarıdır.

* * *

Bay Abdullah Gül’ün adaylığı ortaya atılmıştı. Beyefendi sessizce beklemeye girmişti!
Tepkiler olumlu olursa, kendine yer bulursa piyasaya aday olarak sürülüp karşımıza çıkacaktı.
Ancak onun cumhurbaşkanlığı hevesi hikaye idi ve sonuçsuz kalacağını kendisi de biliyordu.
Cuma günkü “İşte Gül, İşte Sezer” başlıklı yazımda aynen şöyle demiştim:
“Bay Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığına aday olma masalı bir süredir kamuoyunda ciddi biçimde tartışılıyor (du).
Hem de CHP’nin adayı olmasından dem vuruluyordu!
Bu söylentinin kimler tarafından nasıl çıkarıldığını anlayabilmiş değilim.
Bir bardak suda fırtına yaratılmak istendi ve hikaye kesin olarak bitti.”

* * *

Evet, beyefendi sütre gerisine çekilmiş ve olacakları bekleme sürecine girmişti.
İyi bir teklif aldığı takdirde ortaya aday olarak çıkacak, hem de üzerine balıklama atlayacaktı ama olmadı!..
Ve dün yaptığı açıklama ile son noktayı koymak zorunda kaldı.
İşin ilginç yanı, açıklama sonrasında gazetecilerin soru sormasına da izin vermedi.
Vermesi de beklenemezdi çünkü adam gibi sorulacak hiçbir soruya tutarlı yanıt vermesinin mümkün olmadığını biliyordu.
Sonuçta, ikinci bir Ekmeleddin vakası yaşamaktan kurtulmuş olduk.
Bizi Allah korudu, bu sefer ucuz atlattık!

* * *

Bazı olaylar vardır, asla unutulmaz. Sırası gelmişken onlardan birini sizlere kısaca anımsatmak isterim.
Yıl 2004...
Bay Abdullah Gül Türkiye Cumhuriyeti’nin Dışişleri Bakanı.
Karısı olan Hayrünnisa Hanım örtülü olduğu gerekçesiyle, okula kaydı yapılmamış.
İnadına gidiyor okula ve kaydını türbanlı fotoğrafıyla yaptırmaya kalkışıyor.
Kabul edilmeyince ne yapıyor?
Karısına bir avukat tutuyor ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde (AİHM) Türkiye aleyhine dava açtırıyor! Bir yanda devletin bir Bakan Bey’i, öbür yanda ise kendi devletini mahkemeye verip yüklü miktarda tazminat isteyen bir Dışişleri Bakanı!
Değil sadece Türkiye, dünya siyaset tarihinde bile bir ilk...
Sonuçnemioldu?
Baktılar ki kaybedecekler, davayı geri çekmek zorunda kaldılar.
İşte size bir Abdullah Gül olayı daha!

serit-atmaaa


Yazılarımın hepsine yukarıdaki ifade ile başladığımı bilirsiniz. Nedenini size kısaca anlatayım.
Ben yazılarımda ahkâm kesmeyi, ukalalık etmeyi sevmem. Mümkün olduğunca basit ve anlaşılır bir dille yazmaya çalışırım.
İlkem şudur:
“Bu yazdıklarımı bizim gazetenin kapısındaki simitçi çocuk da okusa aynı şeyi algılayacak, en yüksek eğitimi görmüş olanlar da...”
Kadın, erkek, genç, yaşlı, okumuş, eğitimsiz, şu veya bu partinin seveni veya sevmeyeni, benim için hiç fark etmez.
İşte o yüzden yazılarıma “Sevgili okurlarım” diye başlarım...
Çünkü her yazımı aslında sizlere, yüz binlerce Sözcü okuruna yazdığım bir dost mektubu olarak görürüm.

* * *

Yazılarımda bazen ufak tefek hatalar ve yanlışlar yaptığım da olur.
Üstelik itiraf ediyorum, bazı ayıplarım ve eksiklerim de vardır. Nedir onlar?
Sizlerden her gün çok sayıda e-posta mesajı, mektup ve faks gelir...
Ve bunların hemen hiçbirine iki satır bile olsa yanıt veremem...
Çünkü tek başıma çalışıyorum.
Arkamda bazı yazar arkadaşlarda olduğu gibi destek ekipleri yok. Bir tek Dilek Karaarslan var ki, onun da işleri zaten başından aşkın.

* * *

Bazılarınızın haklı olarak alınganlık gösterip “Bizi adam yerine koyup aramadı, mesajımızı aldığını bile bildirmedi” dediğini duyar gibi oluyorum.
Haklısınız.
Dedim ya, bunlar benim hem ayıplarım, hem de eksiklerimdir.
Kabul ediyorum, özür diliyorum.

* * *

Son aylarda cezaevlerinden çok sayıda mektuplar geliyor.
Her kesimden, ama özellikle son darbe girişimi olayı sonrasında haksızlığa uğradığını savunup içlerini dökenlerden...
Onlara yanıt vermek zaten yasal olarak mümkün değil.
Cezaevi mektuplarında inanılmaz olaylar anlatılıyor. Onların tamamını biriktiriyorum. İleride Türkiye normal koşullara döndüğünde mutlaka kitap yapılmalıdır.
Ama bir de cezaevlerinde yatmakta olup kitap isteyenler var. Onlar şu kuralı belki bilmiyor:
Cezaevlerine dışarıdan kitap getirilmesi ya da kargoyla gönderilmesi kesinlikle yasak. Bu kitaplar içeriye sokulmuyor.
Dolayısıyla bu konuda elimden hiçbir şey gelmiyor.

* * *

Neyse işte sevgili okurlarım, sizlere biraz olsun içimi döktüm. Ayıplarımı ve eksiklerimi anlatmayı görev bildim.
Belli konularda yaptığınız eleştirilerde ve bana gönül koymakta bazen haklısınız ama bir de benim durumumu düşünün!..
Yine de sizlerden özür diliyorum.

sozcu-banner-1