Bizim sorunumuz ne biliyor musunuz:
Dünün hatalarını bugü­nün dersine dönüştürememek!
Hep bedeli bizler/halk ödü­yoruz.
Bu ekonomik kriz -seçimi 1.5 yıl önceye alsa da- Erdo­ğan’ı koltuğundan edecek.
Şaşırtıcı değil; benzerlerini çok yaşadık.
- 7 Eylül 1946, Başba­kan Recep Peker, devalüas­yon oranı yüzde 53; iktidarı kaybetti. - 4 Ağustos 1958, Başba­kan Adnan Menderes, devalüasyon yüzde 60; iktidarı kaybetti. - 10 Ağustos 1970, Başba­kan Süleyman Demirel, de­valüasyon oranı yüzde 40; iktidarı kaybetti.
- 24 Ocak 1980, Başba­kan Süleyman Demirel, de­valüasyon oranı yüzde 35; iktidarı kaybetti.
- 5 Nisan 1994, Başba­kan Tansu Çiller, devalüas­yon oranı yüzde 50; iktidarı kaybetti.
- 19 Şubat 2001, Başba­kan Bülent Ecevit, devalüas­yon oranı yüzde 50; iktidarı kaybetti.
Sıra Erdoğan’ın iktidarın­da; yaşadığımız büyük deva­lüasyon çünkü.
Bunun için müneccim olma­ya gerek yok. Erdoğan da bunu bildiğinden zaman kazanmak için seçimi erkene aldı. Fakat anlamadığı şu:
Mesele seçimi kazanmak değil, kontrolü kaybetti.
Zaten yönetemiyordu artık hiç yönetemez!
Küresel efendileriyle yükse­len, küresel efendileriyle düşer. Yani...
Neoliberalizmle yükselen, neoliberalizmle düşüyor!
Ama...
Bu yazıda benim mese­lem:
AKP iktidarı değil, halkın/ seçmenin hatalarından bir türlü neden ders çıkaramadığı? Benzer hatayı/hataları ısrarla tekrarlayıp durması...

RAMAZAN KARARNAMESİ

Tarih: 6 Ekim 1875.
Osmanlı Devleti, “Ramazan Kararnamesi” ile artık öde­yemeyecek hale geldiği dış borçlarını yapılandırdı. Yani...
Bu topraklar 143 yıl­dır “aynı filmi” seyredip duruyor!
Atatürk ve yoldaşları, Os­manlı’da bu acı pratiği yaşadık­ları için tam bağımsızlığı şiar edindi. Erdoğan’ın diline doladığı Lozan görüşmelerinde en çok tartışılan ve Batı’nın Türkiye’yi sıkıştırmak istedikleri konu, kapitülasyonlar oldu.
Atatürk’e geri adım attırama­yanlar II. Dünya Savaşı’ndan sonra “ekonominin ipleri­ni” tekrar ele geçirdi.
1950-1960 yılları ara­sında iktidarda kalan (ve “CHP’den kriz devraldık” diyen) Demokrat Parti’nin 10 yıllık iktidarı meseleyi aydınlatıyor:
- Kamu geliri/ GSMH: 1950’de 16.1 iken, 1960’ta 12.9’ya düştü.
- Kamu harcamaları/ GSMH; 1950’de 17.6 iken, 1960’ta 15.6’ya düştü.
- Kamu açığı/ GSMH; 1950’de 1.5 iken, 1960’ta 2.7’ye çıktı.
- İhracat; 1950’de 263 mil­yon dolardan, 1960’ta 321 milyon dolara yükseldi.
Ama...
- İthalat 1950’de 286 mil­yon dolar iken, 1960’ta 468 milyon dolara fırladı!
Bu nedenle...
- Ekonomik büyü­me 1950’de 9.4 iken, 1960’ta 3.4’e düştü.
- Enflasyon 1950’de (eksi) -4.3 iken, 1960’da 7.4’e fırladı.
Dünya Savaşı’ndan sonrası çeyrek yüzyıllık dönem dünyada “altın çağ” olarak bilinir. Ülke ekonomile­rinin büyüdüğü, refahın arttığı süreçtir bu. Japonya, İtalya, İspanya, Yunanistan, Güney Kore, İsrail bu dönemin parla­yan yıldızları oldu. Ülkemiz ise bu dönemi DP’nin popülist politikalarıyla boşa harcadı...
Sorumu unutmadım:
Neden hatalarımızda ısrar ediyoruz?

TEKNİK LAF KALABALIĞI

Türkiye siyasal tarihine bakıldığında genellikle “kül­tür” tartışmaları/çatışmaları yaptığımız görülür.
Büyük ekonomik kriz­ler (ve seçmeni kandırmaya yönelik büyük vaatler) dışın­da politikanın gündemine iktisat gelmez/getirilmez.
Örneğin... Özellikle 2015 yılından itibaren Tür­kiye ekonomisinin uçuruma yuvarlandığı biliniyordu. Halkın gündemine bu tehlikeli gidiş -muhalefet dahil- hiç getirilmedi. Muhalefet, “olum­suzluk üzerine siyaset yapma­yın” gibi absürtlüklere boyun eğdi.
Medya ise sürekli “her şey yolunda” yalanını tekrarlayıp durdu.
Ve zaten medya yıllardır ne yaptı:
Ekonomiyi, akıl karıştırı­cı-çok gizemli bir konu haline getirdi!
Gazetelerin ekonomi sayfaları ve televizyon ekranlarının her şeyi bil­diklerini zanneden profesyo­nelleri ekonomiyi; karma­şık- teknik laf kalabalığına boğdu!
Akıllara durgunluk veren hisse senedi piyasası tabloları, çizelgeler, grafikler, istatistik­ler, döviz kurları... Ekonomiyi finansa indirgediler. Böylece...
Medyanın pek düşkün olduğu -gizemli dünyanın yüce bilginleri(!) ikti­satçılar, ekonomiyi halkın anlayamayacağı esrarengiz alana dönüştürdü. (Ki hemen hepsi mevcut durumun korunmasından ekonomik çıkarı olan “işin uzmanla­rı” idi.)
- Sanki günlük yaşamında ekonomiyle iç içe değilmiş gibi- halk, “ekonomiyi hiç anlayamıyorum” güvensiz­liğine getirilerek bu alan dışına atıldı.
Ne zaman ki...
Büyük kriz çıkıp, günlük yaşamda fiyatlar tepe taklak olunca halk işin önemini kavrıyor.
İngiliz iktisatçı Joan Robin­son’un anlamlı sözü var:
“Ekonomi öğrenmenin amacı, iktisatçılar (ve politika­cılar) tarafından kandırılma­mayı öğrenmektir.”
Toparlarsam:
İktisat ve siyaset hep el eledir.
Hatalardan ders çıkarmanın tek yolu:
Ekonomi-politiği bilmek­tir!
Ekonominizi, -Atatürk gibi sömürü düzenini yık­mış- halkçı-bağımsızlık­çı politikacılara emanet etmediğiniz sürece, krizlerin yükünü omuzlamaya daha çok devam edersiniz...

sozcu-banner-1