DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER

Terör varsa bu kadar çok turist nasıl geliyor?


İktidarın dilinden “terörle mücadele” lafı hiç düşmüyor.
Varsa yoksa terör.
“Bugün terörle mücadelede şu kadar terörist etkisiz hale getirildi.”
“İnlerine girildi, kırmızı listedeki bir terörist öldürüldü.”
“Terörle mücadele aralıksız sürecek, bir tanesi bile bırakılmayacak.”
Aylardır hemen her gün bu tür haberlerle yatıp kalkıyoruz.
Elbette arada şehit haberi de geliyor. O şehitler neden veriliyor anlamak mümkün değil, çünkü güvenlik güçlerimiz planlı baskınlar yapıyor. Bu operasyonlarda pek kayıp verilmez aslında. Kayıp, pusuya düşürüldüğünüzde ya da baskına uğradığınızda olur.
Bu köşeyi izleyenler hatırlayacaktır; çeşitli kereler, “Bunca terörist öldürülürken kimsenin sesi neden çıkmıyor. Şu ana kadar öldürülen sayısı 10 bini geçti. Bunların aileleri, yakınları yok mu, cenazeleri kaldırılmıyor mu?” diye sormuştum.
Bunlara hiç cevap alamadım.
Ancak bir konu da var ki, o da zihnimde bir türlü yerli yerine oturmuyor.
Terörün en görünür dış etkilerinden biri turizmdir.
Turist, parasıyla zevk için gezen insanlardır. Sadece huzur, güvenlik ve rahatlık arar.
Bir ülke düşünün; gece gündüz terör konuşuyor, yöneticileri hemen her gün kaç kişiyi öldürdüklerini büyük bir iştahla açıklıyor ama o ülkeye gelen turist sayısı sürekli artıyor.
Şimdi birkaç gün önce açıklanan bazı resmi rakamlar vermek istiyorum. Bu yılın ilk 5 ayında, geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 11.3 artışla, 12 milyon 757 bin 522 yabancı turist gelmiş.
Sadece mayıs ayında Türkiye’ye gelen turist sayısı 4 milyon 22 bin 254 olmuş.
En çok Ruslar gelmiş. Mayısta gelen Ruslar 963 bin 359 kişiyle ilk sırada yer almış. Almanya 410 bin 374 ziyaretçiyle ikinci, İngiltere 310 bin 4 ziyaretçiyle üçüncü sırada yer almış.
Dördüncü ise 982 bin 717 ziyaretçiyle Bulgaristan olmuş.
Avrupa ülkelerinden ve diğer gelişmiş ülkelerden gelenlerin toplamı da 1 milyon 500 bini buluyor.
Sokaklarda ise en çok Arap turist görüyoruz. Buna karşı Arap turistler sıralamada gözükmüyor.
Çünkü çok sayıda Müslüman ülkeden gelenlerin hepsi kendi ülkelerine dağıtılınca hiçbiri Rusya, Almanya kadar sayıya ulaşamıyor.
Oysa gelişmiş ülkelerden gelenlerin sayısı 3.5-4 milyon, buna karşı Arap ülkelerinden ve diğer Müslüman ülkelerden gelenlerin sayısı 8 milyonu aşıyor. Sanıyorum bu da “her gün terör konuşulmasına rağmen” neden Türkiye’ye çok sayıda turist geldiğini gösteriyor.
Çoğu zaten savaş halinde olan Müslüman ülkeler için Türkiye’deki terör hiçbir şey ifade etmiyor.
Müslüman ülkelerden gelen hiç kimse Türkiye’de kendini terör tehdidi altında görmüyor.
Bu saptama iyi bir şey mi, kötü mü ben karar veremedim ama tablo bunu gösteriyor işte.

YENİ ÖĞRENDİM

BELTAŞ’larda bütün gazeteler satılmaya başlandı


Geçen hafta İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne ait BELTAŞ’larda sadece Sabah ve bu grubun iki gazetesinin satıldığını yazmıştım.
Bunun üzerine arayan Ekrem İmamoğlu’nun basın danışmanlarından Şükrü Küçükşahin, “Buna izin verilemez. Bu, başkanın ilkelerine uymuyor, duruma hemen bakacağız” demişti.
Birkaç gün önce Küçükşahin tekrar aradı. “BELTAŞ’larda artık tüm gazeteler satılmaya başlandı, yeni uygulamamız herkese hayırlı olsun” dedi.
Benim de hoşuma gitti tabii.
Ancak her gün uzun yürüyüşler yapan ve zaman zaman yol üzerindeki BELTAŞ’lara uğrayan bir arkadaşım, “Senin yüzünden bedava at yarışı bülteni alamıyorum” dedi. Şaşırıp sordum.
Anlattı. Her gün yürüyüş yolundaki BELTAŞ’lara girip bir su içtikten sonra standa asılı olan Sabah grubuna ait bir spor gazetesini, at yarışları bültenine bakmak için alıyormuş.
Bugüne kadar kimse para istememiş. Arkadaşım bunları anlattıktan sonra “Sayende BELTAŞ’lara bütün gazeteler kondu ama artık eskisi gibi bedava dağıtamıyorlar, benim avantamı kestin, çok sağ ol” dedi ve kahkahayı patlattı.

CANIMI SIKAN ŞEYLER

Kazdağları konusu neden “iç siyaset konusu” olsun ki?


TRT Çocuk’ta yaşanan skandalı duymuşsunuzdur.
Utku adında 9 yaşında bir çocuk telefonla bağlandığı programda konuşmasını  bitirirken, “Kazdağları’ndaki doğa katliamı” dediği an sunucu Gözde Çelik lafı çocuğun ağzına tıkayıp telefonu kapatmıştı.
Konunun her zamanki gibi “sadece” sosyal medyada büyümesi üzerine sunucu Çelik bir açıklama yapmış.
Demiş ki, “Nereden bilebilirdim ki, TRT Çocuk’un hiçbir zaman konusu olmayan gündelik tartışmaların benim programımda dile getirileceğini, nereden bilebilirdim ki çevre duyarlılığını çocuklara en iyi anlatan kanalıma tam da bu konuda eleştiriler geleceğini. Tartışmalarınızı bizden ve çocuklarımızdan uzak tutun. Biz size rağmen gülmeye, eğlenmeye, bunları yaparken de öğrenmeye ve öğretmeye devam edeceğiz. Bugüne kadar oluğu gibi bundan sonra da gündelik tartışmalarınızın bir parçası olmayacağız.”
Ne diyeyim.
Zavallı kız desem ayıp.
Herhalde cahil de değildir.
Muhtemelen çok sıkı bir AKP militanı.
Sunucu kızımız Kazdağları konusunun “iç siyaset” olduğunu ileri sürüyor.
Oysa Kazdağları konusu “iç siyaset” konusu değil.
Doğanın tahribatı ve insanların buna karşı çıkışı söz konusu olan.
Ama bu tahribatı yapan iktidar, bütün eleştirilere kulak tıkayarak ülkesini seven insanlara ağır hakaretlerle saldırıyor. Yapılan tahribatı şiddetle savunuyor.
Hoş, adeta işgal edilmiş TRT’den ne bekleyebiliriz ki.
Ama çocukların bile AKP savunması için istismar edilmesini affetmek mümkün değil.

ÇOK GÜLDÜM

Bayram için “büyüklere” Nasrettin Hoca’dan fıkralar


Ahmet Zeki Yeşil mizah yazarı. Basılı 4 mizah kitabı var.
Son kitabı “Nasrettin Hoca Aramızda” 6’ncı ayında ikinci baskıyı yapmış bile. Sağ olsun kitabında olmayan bazı fıkralarını bayram için bana da göndermiş. Ben de bunları sizlerle paylaşmak istedim

Kurban yerine

Kurban Bayramı öncesi, Vatan Kafe sakinleri Nasrettin Hoca’ya bir öneride bulunmuş:
“Hoca Efendi, biz beş kişi bir danaya gireceğiz. Dört kişi olduk, beşinciyi arıyoruz; bize katılmanı isteriz.”
Hoca “Bu mümkün değil” deyip eklemiş, “Biz de beş kişi toplanıp bir aileye girdik. Aile reisi işsizdi, ona iş bulduk. Evin bir yıllık kirasını ödedik. Çocuklarına bayramlık aldık. Mutfağına lazım olan kolileri teslim ettik.”
Nasrettin Hoca’nın sözleri şaşkınlık yaratmış. Biri dayanamayıp sormuş: “Hocam, bu dedikleriniz kurban yerine geçer mi?”
Nasrettin Hoca, soruya soruyla karşılık vermiş:
“Geçen yıl et dağıttığınız insanlar, bunlar kadar sevinmiş olabilir mi?”

Aynı gemide

Nasrettin Hoca, semt pazarında komşusuyla karşılaşmış. Ayaküstü, laf lafı açmış; laf dönmüş dolaşmış pahalılığa gelmiş. Komşu, tezgahlarda sergilenen sebze ve meyveleri gösterip dert yanmış: “Hoca Efendi, gördüğün gibi uzaktan bakıyoruz.” Nasrettin Hoca ne desin?
“Yiğit muhtaç olmuş kuru soğana” türküsünü mırıldanmış.
Komşunun susmaya niyeti yokmuş, konuşmaya devam etmiş:
“Milletvekilleri, dana kavurmalı pilavı Meclis’te çok ucuza yiyorlar. Biz, o paraya bir tost yiyemiyoruz. Bu durumda, nasıl oluyor da aynı gemide oluyoruz?”
Nasrettin Hoca, hiç düşünmeden lafı yapıştırmış: “Onu geminin kaptanına soracaksın”

Beddua

Cuma namazı çıkışında cemaatten biri Nasrettin Hoca’nın yanına yaklaşmış. Çekingen bir tavırla şöyle söylemiş: “Hocam, ben beddua ettim.” Nasrettin Hoca, anılan şahsa kızmış. Kızmakla kalmamış, günaha girdiğini söylemiş. “Günah” lafını duyan adam, hemen savunmaya geçmiş: “Beddua ettim ama tutmaması için dua ediyorum.”
Nasrettin Hoca, bu tutarsız konuşmaya tepki göstermiş.
“Şimdi anladım...” deyip eklemiş, “Sen bedduayı yanlış adrese gönderdin...”