MERAK ETTİĞİM ŞEYLER

Yok hükmünde sayınca, yok mu oluyor?


Amerikan Temsilciler Meclisi, Türkiye ile ilgili çok tartışılacak ağır bir karar aldı.

Meclis, Suriye’nin kuzeydoğusuna yönelik operasyonla ilgili Türkiye’ye bazı yaptırımlar getirilmesini öngören yasa tasarısını oy çokluğu ile kabul etti.

Tasarıya 403 vekil “Evet” oyu kullanırken, “Hayır” oyları sadece 16’da kaldı.

Amerikan sistemine göre, sadece Temsilciler Meclisi kararı ile böyle bir yaptırım uygulanması mümkün değil.

Ancak Türkiye adına sıkıntılı durum, yasanın üçte iki çoğunluğu aşarak geçmesinde.

Kabul edilen yasa tasarısı Senato’ya gidecek.

Eğer senatörler de tasarı lehine üçte iki çoğunluğu bulurlarsa o zaman Beyaz Saray onayına gerek kalmayacak ve hemen yürürlüğe girecek.

Senato’da üçte iki çoğunluk bulunmazsa, Başkan’ın onayı gerekecek.

Yani yaptırımlarla ilgili sürecin tamamlanmasına henüz zaman var.

Ancak yatırımlar uygulansın veya uygulanmasın Amerikan yönetiminin eline AKP iktidarına karşı çok büyük bir koz geçmiş oldu.

Temsilciler Meclisi, aynı oturumda Ermeni Soykırımı Yasa Tasarısını da kabul etti.

Temsilciler Meclisi’nin bu kararlarına ilk tepkiyi Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu verdi.

Twitter hesabı üzerinden hayli sert ifadeler kullanan Çavuşoğlu, “Projeleri hüsrana uğrayanlar, raflardaki köhne tasarılara sarıldılar. Bizden bu yolla intikam alacaklarını sananlar yanılıyorlar” dedi.

Çavuşoğlu ardından “Tarihi, siyasete alet edenlerin bu utanç verici kararı, hükümetimizin ve halkımızın gözünde yok hükmündedir” ifadesine yer verdi.

Daha sonra Adalet Bakanı Abdulhamit Gül de benzer bir açıklama yaparak “Bu kararlar yok hükmündedir” diye konuştu.

Amerikalıların tüm dünyanın gözü önünde Türkiye’yi itibarsızlaştırmaya yönelik bu kararlarını sindirmek elbette kolay değil.

Ancak “Bu kararlar yok hükmündedir” diyerek de bir sonuç alınamayacağı ortada.

Açıkçası siz ister var sayın, ister yok sayın kararı veren Amerika, bunu uygulamaya soktuğu an zarar görecek olan taraf biziz.

Bu yaptırımların üstesinden gelmek, yeni arayışlara girerek, yeni ufuklar açmak elbette mümkündür ve belki de Türkiye, yeni yolunu böyle çizecektir.

Buna karşı şunu söylemeden edemeyeceğim; Türkiye’yi bu duruma düşüren, AKP iktidarı ve onun başıdır. Yıllardır sürdürülen yanlış stratejilerin sonunda, dış politikamız tam bir batağa saplanmıştır. İktidar bu hatasını görmediği gibi, ısrarlı davranarak sorunu daha da büyütmüştür. Ağır başarısızlığı ve beceriksizliği, sonuç alamayacağı efelenmelerle örtbas etmek istemektedir.

Amerikan Temsilciler Meclisi’nin aldığı kararlar içinde bana göre en ağır olanı, Erdoğan ve ailesi hakkında yapılması istenen mal varlığı araştırmasıdır.

Amerikalı milletvekilleri açıkça Türkiye Cumhurbaşkanı’nın çeşitli ülkelere yayılmış büyük bir serveti olduğu iması yapmaktadır.

İktidar yetkililerinin, “Biz bu kararları yok hükmünde sayıyoruz” gibi uluslararası alanda hiçbir geçerliliği olmayan tuhaf açıklamalarla geçiştirmek yerine, Türkiye’ye de ağır bir hakaret olan mal varlığı araştırması konusunda harekete geçmeli ve bu saçma talebi daha başından bertaraf etmelidir. Bu konuda sessiz kalınması “ikrar” anlamına geleceği gibi, iç kamuoyunda da şüphe ve rahatsızlık yaratacaktır.

BUNU YAZMAK GEREK

Bunları söylemek güzel de gereğini de yapmalı


AKP Genel Başkanı, heyecanla konuşuyor.

Barış Pınarı Harekatı ile hem sahada hem masada büyük bir zafer kazandığımızı anlatıyor.

Teröriste aman vermediğimizi, terörle mücadelede dünyaya parmak ısırttığımızı söylüyor.

Bize pek çok tuzaklar hazırlandığını ama bunların hepsini aştığımızı, gerçek bir dünya devi olduğumuzu adeta herkesin beynine kazıyor.

Sonra da yine şikayet ve yakınma faslı başlıyor.

Örneğin “Ülkemizin terörle mücadele sürecinin bir sonucu da” diye başlıyor Erdoğan ve şöyle devam ediyor; “Batı başta olmak üzere, tüm dünyada terör örgütleri karşısında sergilenen ikircikli hatta iki yüzlü tavrı da tüm açıklığıyla ifşa etmiş olmasıdır.”

AKP Genel Başkanı, Suriye operasyonu sırasında kendisini arayan batılı liderlerin hiçbirinin şehitlerimizle ilgili bir üzüntü belirtmediklerini söylüyor.

Diyor ki, “Barış Pınarı Harekatı için bizi arayan batılı liderlerinden neredeyse hiçbiri alçakça şehit edilen çoğu çocuk ve kadın, 20 kişi hakkında üzüntü beyanında bulunmamıştır. Yurt dışındaki temsilciliklerine yapılan 700’e yakın saldırının önlenmesi konusunda hiçbir gayret sarf etmediler.”

Ve asıl bombayı patlatıyor ardından; “Teröristler, bu ülkelerin emniyet güçlerinin koruması altında eylemlerini gerçekleştirdi. Bizi arayanlar ise sadece teröristleri korumak, kurtarmak ve savunmak için nefes tükettiler.”

Çok vahim değil mi?

Bütün batı ülkeleri terörle el ele vermişler.

Türkiye’yi zora sokmak için teröristleri kolluyorlar, koruyorlar ve hatta öyle ki eylem yapmalarına izin verdikleri gibi, bu konuda bile yardımcı oluyorlar.

O halde Erdoğan iktidarına düşen nedir?

Bütün bunları bir dosya halinde önce Birleşmiş Milletler’e sunmaktır.

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun toplanmasını ve konunun görüşülmesini sağlamak zorundadır Erdoğan.

Bu da yetmez, NATO Genel Kurulu da toplantıya çağrılmalı ve bu ülkelerin nasıl terör örgütlerine yardım ve yataklık yaptıkları yüzlerine karşı anlatılmalıdır.

Her ne kadar Avrupa Birliği’ne henüz tam üye yapılmamış olsak da Avrupa Parlamentosu’nda temsilcilerimiz var.

Konunun orada da ele alınması sağlanmalıdır.

Yoksa yakınmaların ve şikayetlerin muhatabını bulmamız mümkün olmaz.

Bİ SORALIM BAKALIM

Sadece 10 kilometreyi kontrol etme hakkıyla 30 kilometreyi denetleyeceğiz!


Çok sık kullandığım “Bize niye bu kadar salak muamelesi yapılıyor?” sorusunu yine sorma ihtiyacı hissediyorum.

Çünkü Rusya’nın imzalattığı protokolde, söz konusu edilen 150 saatlik süre doldu.

Hesapta sanki bu süreyi bizim iktidar, Ruslara vermiş gibi davranıyor ama aslında durum tam tersi.

Süre bitti, Ruslar “Tamam” dediler, “bölgede silahlı YPD-YPG unsuru kalmadı.”

Dikkat ederseniz “terörist” tanımını kullanmıyor Ruslar da tıpkı Amerikalılar gibi.

Bizim iktidarda bir sevinç bir sevinç.

“Önümüze biri bile çıksa hemen bineriz tepesine, vururuz anında” türü açıklamalar yapıyorlar.

Siyasiler yapsa neyse de son görevi Genelkurmay Başkanlığı olan Milli Savunma Bakanı da aynı yönde açıklamalar yapınca insanın canı sıkılıyor.

Çünkü “Aptal yerine konuyoruz yine” de ondan.

Hesapta Erdoğan’ın çok kararlı tutumu sonunda 30 kilometrelik bir güvenlik şeridi oluşturduk ve PYD’nin burada olmasına izin vermeyeceğiz ve eğer görürsek anında vuracağız.

Tamam da devriye gezebilmemize izin verilen alanın derinliği sadece 10 kilometre.

Peki, 10 kilometrelik alanda devriye gezebilirken, 30 kilometrelik bir alanı nasıl görüp denetleyeceğiz?

İnanın cevabını çok merak ediyorum.

CANIMI SIKAN ŞEYLER

Yeni Türkiye fotoğrafı artık böyle oldu




Bu fotoğraf önceki akşam sarayda verilen Cumhuriyet Bayramı Resepsiyonu’nda çekildi. Erdoğan iktidarıyla birlikte artık milli günlerimiz de Kuran okunarak ve dualar edilerek başlatılıyor. Cumhurbaşkanı, bakanlar, eşleri, kuvvet komutanları elleri havada dua okurken karşılıyorlar artık milli bayramları. “Burası Müslüman bir ülke, Kuran okunması, dua edilmesi neden yanlış olsun” diyenler çıkacaktır. Hayır böyle bir şey olmaz. Devlet yönetimine ne din kuralları, ne de dua girmez, giremez. Devletin kuralları vardır. Seçilmiş olmak her şeyi kendi zihniyetine göre değiştirmek anlamında olamaz. Bugün bu görüntüyü veren herkes, eninde sonunda bundan sorumlu tutulacaklardır.

ŞAŞIRDIM

Askerin yakaladığı “rejim unsuru 18 kişi” ne menem bir şeydir


Milli Savunma Bakanlığı, önceki gece bir açıklama yayınladı.

Açıklama bana çok tuhaf geldi çünkü ne demek istendiğini pek anlamadım.

Şöyle diyordu Milli Savunma Bakanlığı’nın açıklaması; “Resulayn’ın güneydoğusunda arama/tarama/keşif/emniyet faaliyeti sırasında, rejim unsuru olduğunu iddia eden 18 kişi sağ olarak ele geçirilmiştir. Konu incelenmekte olup aynı zamanda Rusya Federasyonu makamları ile koordine edilmektedir.”

Şaşırdığım şu; birincisi, neden ‘Suriye askeri’ denmiyor da “rejim unsuru” gibi hiçbir anlamı olmayan bir tanımlama kullanılıyor.

İkincisi, ‘Suriye askeri’ veya ‘rejim unsuru’ bu kişiler ne yaptılar, niye yakalandılar?

Tahminim şu; sırında çok tuhaf olaylar yaşanıyor.

Milli Savunma Bakanlığı, bunları bir şekilde kamuoyu ile paylaşmak ihtiyacı duyuyor ama durumu anlatmakta sıkıntı çekiyor.

Durun bakalım daha ne garipliklerle karşılaşacağız?