Hayır. “Kan parası” derken, yaralama veya ölüme sebep olanların zarar görene ödediği tazminatın halk dilindeki söylenişinden söz etmiyorum.

Bu kan parası başka. Mecaz değil, gerçek. Sağlıkta ihtiyaç olan kan ürünlerinin, o ihtiyaç karşılanırken bizlerin vergilerinin bir firmaya haksızca aktarılmasından bahsediyorum.

Haksızca aktarımdan iki kastım var: Biri “alım garantisi”, diğeri “tekel” oluşturma.

Alım garantisini biliyorsunuz. Türkiye Cumhuriyeti devleti ve kurumları bugüne dek:

- Akkuyu Nükleer Santrali için Rusya’nın üreteceği elektriğe alım garantisi,

- Osmangazi Köprüsü’nde, 3. Boğaz Köprüsü’nde Astaldi’ye, İçtaş’a, Nurol, Özaltın, Makyol’a araç trafik garantisi,

- İstanbul Yeni Havalimanı’nda Kalyon, Cengiz, Kolin, Limak, Mapa’ya yolcu garantisi,

- Şehir hastanelerinde Rönesans, CCN’e yüzde 70 doluluk yani hasta garantisi verdi.

Hepsi döviz üzerinden verilen garantilerin 10 ile 25 yıl arasında değiştiğini belirtelim.

KAN ALIM GARANTİSİ

Meğer kanın da garantisi varmış.

Sağlık Bakanlığı ile SGK, bu kez yerli ve milli olacağı iddiasıyla yola çıkılan, memleket içinde fabrikası kurulacak diye propagandası yapılıp ithalatla son bulan kan ürünleri projesinde Murat Sancak’ın şirketi  Maxicell’e de geri alım garantisi vermiş.

Olay Türk Eczacılar Birliği  (TEB) Başkanı Erdoğan Çolak’ın 3 Eylül’deki basın toplantısıyla ortaya çıktı. Çolak, kandan üretilen kan plazma ürünlerinin yurtdışında uygun fiyata sağlanabilmesine karşın ülkemizde ithal edildiği için çok yüksek olduğunu söyledi.

“SIRALI DAĞITIM” BİTİYOR

Kan ürünleri dört ana gruptan oluşuyor. İhtiyaç duyan vatandaşa yazılan ayaktan tedavi reçeteleri 2000 yılından bu yana eczaneler arasında sıralı dağıtıma tabiymiş.

TEB yetkilileri, bunun ithal ve çok pahalı olan kan ürünleri için denetim anlamına da geldiğini vurguluyor.

Sistem bu şekilde ilerlerken, günün birinde kan ürünü üretimini yerlileştirme projesi gündeme geliyor. Sağlık Bakanlığı ile SGK aralarında protokol imzalıyor. Sonra Sağlık Bakanlığı ile Kızılay, en son da SGK ile Maxicells protokol imzalıyor. Çünkü ayrıntıları bilinmeyen bir ihale yöntemiyle en düşük fiyatı veren şirket olmamasına karşın plazma ürünleri işi Murat Sancak’ın şirketi Maxicells’te kalıyor.

Normalde şirketin Türkiye’de bir üretim tesisi kurması, “ürünlerin yurtiçinde üretiminin kamu kontrolünde ve ülkeye know-how kazandıracak biçimde bir modelle geliştirilmesi” gerekiyor. Böyle olması gerektiği bizzat SGK’nın 14 Mayıs 2015 tarihli yazılı açıklamasında yer alıyor. Ama bunların hiçbiri olmuyor. Firma uyarılıyor, sonuç değişmiyor. Maxicell, geçtiğimiz nisan ayında bu ürünleri ithal eden bir şirketle anlaşma yapıyor.

“HASTANEDEN VERİN” TALİMATI

Dönelim güncel olaya. Kamu Hastaneleri Genel Müdürlüğü 30 Temmuz 2019’da bir yazı yayınlayarak bu ürünlerin bütün tedavi koşullarında “hastanelere teslimatı gerçekleştirilecek ürünler ile sağlanması” talimatını veriyor.

Bu talimat ne anlama mı geliyor?

TEB’e kulak verelim:

- Ayaktan tedavi reçetelerinin hastanelerden verilmesi. (Yasaya aykırı)

- Reçetenin sıralı dağıtımı bitiyor. (İlaç suistimalini önlemek ve hasta sağlığını korumak için geliştirilen bir sistem olarak reçetelerin sıralı dağıtımı sistemine aykırı)

- 1.2 milyar TL’lik bir pazarın (neredeyse TÜBİTAK bütçesi kadar bir bütçenin) tek bir firmaya verilmesi anlamını taşıyor.

Sonuç: Vergilerimiz, yeni bir “kan parası” olarak, itinayla tekel haline getirilen iktidar yanlısı bir şirketin kasasına aktarılacak. Hem de milleti yerlilik, millilik masalıyla uyutarak.