“Sanatçı güzel şeylerin yaratıcısıdır.
Sanatın amacı, sanatı açığa vurup sanatçıyı gizlemektir.
(...) Güzel şeylerde çirkin anlamlar bulanlar, sevimli olmadan yoz olanlardır. Bu bir kusurdur.
Güzel şeylerde güzel anlamlar bulanlar, kendini yetiştirmiş olanlardır. Bunlar için bir umut vardır.”
Bu aralar, edebiyat tarihinde portreler hakkında yazılmış romanları okuyorum. Aktardığım satırlar da ünlü yazar Oscar Wilde’ın tek romanı “Dorian Gray’in Portresi”nin girişinden alınmıştır.
★★★
Aktarıyorum, çünkü 131 yıl önce Büyük Britanya’da (baskıcılığı ile ün salmış Kraliçe Victoria’nın döneminde) basılmış bir romanın başlangıcındaki bu satırlar, sanatçı kavramını, sanatın yaşamla ilgisini, insanların sanata bakış açılarındaki farklılığı ve bu farklılığın kaynağını çok iyi özetliyor.
Aktarıyorum, ressam Ahmet Güneştekin’in Viyana’daki “Mitosların Evreni” sergisini gezerken bana yol gösteriyor.
Kendimi karşısında uzun süre dikildiğim, “yoktunuz” isimli bir eseri anlamaya çalışırken buluyorum.
Eser, aslında bir yıkımın kalıntısı, çirkin bir enkaz.
Ancak öyle detaylar barındırıyor ki doğrudan “İkinci dünya savaşından gerçek bir kare” diye düşünüyorum. Sonra Bosna’da, Kosova’da, Afganistan’da, Irak’ta, Filistin’de bizzat tanıklık ettiğim savaşlar gelip geçiyor gözümün önünden. En son bir iç savaşın yok ettiği Halep’in harabe haline benzetiyorum. Belki de benim aklıma dahi gelmeyen bir savaşın kalıntılarıdır.
Tam köşede duran oyuncak bebeğin sahibi olan kız çocuğunu düşünüyorum. Aklımda deli sorular ve umutlu bir dilek:
“Yaşıyor mudur? Büyümüş müdür? Nerededir şimdi? Umarım hayatta ve kendi ayakları üzerinde duran bir kadındır şimdi.”
Karşımda bir “güzellik” yok ama küçük bir ayrıntının bende tetiklediği insani duygular, bebeğini savaş enkazında bırakmak zorunda kalmış bir çocuğun büyüdüğünü, hayata tutunduğunu umut etmek en az Wilde’ın kastettiği kadar “güzel” ve o güzelliğin bana yaşattığı “umut”, sanatçının bir enkaza kattığı güzellikten başka bir şey değil.
★★★
Sergi Guggenheim gibi ünlü dünya müzelerinin Viyana’daki sergi ortağı olan, Andy Warhol gibi ünlü sanatçılara da ev sahipliği yapmış Kunstforum’da açılmıştı. Tam 43 eser sergileniyordu. Bırakın Avrupa sanatının önemli adreslerinden biri olan Kuntsforum’da olmasını, o eserlerin Türkiye’den Viyana’ya taşınması bile başlı başına önemli bir organizasyondu.
Dolayısıyla da Türkiye adına Viyana’da atılmış muhteşem bir tanıtım adımıydı. Normal şartlarda Türkiye’nin Viyana’daki Büyükelçiliği, sadece Avusturya’nın sanat dünyasını değil, gün geçtikçe faşizme doğru kayan Avusturyalı siyasetçileri serginin açılışına yığmalıydı.
Çünkü, sergi Türkiye’nin kendini anlatması için büyük bir fırsat olabilirdi.
Ne yazık ki (bırakın Avusturyalı yetkilileri) Büyükelçiler toplantısı için Ankara’da bulunan Büyükelçi Ümit Yardım’ın eşi ile iki diplomat dışında büyükelçilikten insanlar bile yoktu.
Diplomatlarımızın sanata merakını bilirim. Büyükelçiliklerimizi, rezidansları önemli sanat eserleriyle donattıkları gibi, kendi kişisel koleksiyonları da hatırı sayılır koleksiyonlar arasındadır.
O nedenle bu ilgisizliği tamamen devlet refleksine ve siyasetin sanata bakışının yarattığı “devlet çekingenliğine” bağladım.
“Siyasetçinin sanata ‘tükürürüm böyle sanatın içine’ diye baktığı bir ülkede, sanatçı ile devletin yıldızı zor barışır” diye düşündüm.
★★★
Türkiye’nin, kendisini sürekli tekrarlayan gerilim kaynağı nutuklardan, yaşadığımız çevreyi betona ve kirliliğe boğan bilumum yok edici ticari projelerden çok, kültürünü, sanatını, sanatçılarını anlatmaya ihtiyacı var.
Belki bu yapılırsa yabancılardan “Türkler çok iyi taş taşır” cümlesi yerine “Türkler çok güzel resim/heykel yapar” ya da “Türkler çok güzel beste yapar” gibi cümleler duyarız.
Belki o zaman yabancılar Türkiye deyince akbabalar gibi topraklarımızdaki altını ne pahasına olursa olsun çıkarmayı değil, duvarlarımızdaki altın kadar kıymetli sanat eserlerini düşünür.
Atatürk sanatı boşuna toplumun can damarına benzetmemiş.
Çevreye ve sanata kayıtsız kalmayınız!
“Türkler iyi taş taşıyor”
Deniz Zeyrek
Yayınlanma: