Üretim için hem sermayeye hem de emeğe ihtiyaç vardır. Kıt kaynak, üretim (milli gelir diye okuyun) artışını kısıtlar. Bu kısıtlanmayı aşmak için, kıt kaynak ithal edilir. Türkiye’de, emek bol, sermaye kıttır. Almanya’da ise bunun tersi doğrudur. Nitekim Türkiye’den Almanya’ya milyonlarca işçi gitmiş, buna mukabil Almanya’dan Türkiye’ye milyarlarca Euro’luk sermaye gelmiştir. İki tür yabancı sermaye vardır. Birincisi “finansal”, ikincisi “fiziksel”dir. Buna “doğrudan” denir. Finansal yabancı sermayenin bir diğer adı “sıcak para”dır. Sıcak, burada “çabuk giren-çabuk çıkan” anlamına gelir. Sıcak para deyimi olumsuz anlam yüklüdür. Hızla geldi, kârı kaptı, kaçtı gitti diye düşünülür. Doğrudan yabancı sermaye de kendi içinde ikiye ayrılır: Birincisi Türkiye’de var olan bir şirketi veya tesisi alıp üretim yapanlardır. Bunlar yerli şirketi fabrikası için değil, pazar payı için satın alırlar. Üstelik ileride kendisiyle fiyat rekabetine girecek bir rakibi, işe başlamadan yok etmiş olurlar. İkinci kümede sıfırdan sanayi yatırımı yapanlar bulunur. Bunların esas amacı, hem ucuz işçilikle ihracata dönük üretim yapmak, hem de iç piyasada “yerli” olmanın, varsa vergisel avantajını kullanmak ve tüketici nezdinde imaj üstünlüğü elde etmektir.

KAPALI EKONOMİDE DOĞRUDAN YABANCI SERMAYE YATIRIMLARI

1923’ten 1980’e kadar Türkiye kapalı ve güdümlü bir ekonomiydi. O dönemde de devletimiz ve halkımız “yabancı sermaye” ülkemize gelsin istemiştir. Ancak yabancı sermayenin kaşıkla verdiğinden fazlasını sapıyla geri almasından korkulmuştur. Bunu önlemek için yabancı sermayeye izin için şu üç şart koşulmuştur:

1 -Net ihracatı artırmak
2- Net ithalatı azaltmak
3- Türkiye’de hiç olmayan yüksek bir teknolojiyi ülkemize getirmek.

Türkiye’de TL, hep olması gerekenden pahalı olduğu için, “ihracata dönük yabancı sermayeli sanayi yatırımı” yapılamamıştır. Ama ithal ikamesi rejimi yüzünden Türkiye’ye bitmiş mamul ihraç edemeyen yabancı sanayiciler iç piyasaya hitap etmek amacıyla sınırlı büyüklükte üretim/montaj tesisleri kurmuşlardır. Bu işlerde kendilerine destek olan yerli ortaklarını da çok zengin etmişlerdir.

AÇIK EKONOMİDE DOĞRUDAN YABANCI SERMAYE YATIRIMI

Açık ekonomi, ithalat ve ihracatın hemen hiç kısıtlanmadığı ve sermaye hareketlerinin serbest olduğu bir rejim demektir. Türkiye önce 1980’de dış ticaretin 1989’da da sermaye hareketlerinin serbestleşmesiyle “açık ekonomi” oldu. Açık bir ekonomi “serbest fiyat mekanizması” dışında bir aletle yönlendirilemez. Ancak çift para birimli Türkiye’de “devalüasyon-enflasyon” sarmalı olduğu için fiyat istikrarı sağlamak amacıyla döviz fiyatları sürekli baskılanmıştır. Bu da hem yerli hem de yabancı sermayeli sanayi şirketlerinin üretim yapısını “ithalata bağımlı” hale getirmiştir. Döviz ucuz olduğu veya ucuzlayacağı beklendiği sürece yatırımlar, “non-tradable” (iç pazara hitap eden) alanlara yapılır. Ancak dövizin pahalı olacağı yani emek maliyetinin döviz cinsinden ucuz kalacağı beklentisi kökleşirse, mevcut ve muhtemel yabancı sermaye yatırımları “tradable” (dış pazarlara dönük) alanlara doğru evrilir. Aranan yapısal reform budur.

Son söz: Bütün fiyatların anası, döviz fiyatıdır.