Ülkemiz yeni yıla, geçen yıldan devreden sorunlarla girdi. Bu sorunların 2018 yılından daha fazla şiddetle 2019 yılında devam edeceğini hep birlikte görüyoruz ve yaşıyoruz. Ekonomik krizi aşmak için nakit sorununu ve nakde erişim sorununu çözmek zorundayız. Bankaların olası risklerinin bir an önce ortadan kaldırılması, sıcak para ile yaşamaya alışmış ülkemiz için olmazsa olmazdır.

Uzun vadeli yeni kaynak bulunarak borçların yeniden yapılandırılması ve ilave kaynak için; mutlaka bankacılık sektörü ile ilgili risklerin bertaraf edilmesi gerekiyor. Bu riskler bertaraf edilmezse; uluslararası kuruluşlardan ya da fonlardan bankaların borç bulması mümkün değil. Uluslararası finans kuruluşları devlete borç vermede istekli iken, Türk bankalarına borç vermeyi tercih etmemektedirler. Türk bankalarının başta inşaat ve enerji sektörü olmak üzere ciddi riskleri mevcuttur.

NAKİT AKIŞLARI BOZULMUŞTUR

Piyasadaki nakit sıkışıklığının, konkordato ilan eden ya da iflas eden şirketlerin sayısının artması ile beraber tavan yaptığı bu dönemde; ülkemizdeki emtia piyasalarında ayrı ve ilave bir problem oluşmuş durumda. Eskiden altı aylık, dokuz aylık çeklerle ticaret yapabilmek mümkün iken; artık toptancılar nakit para almadan mal satmamaktadırlar. Dolayısıyla ticaret hacminde ciddi bir daralma söz konusudur. Bu daralma, işletmelerin nakit akışlarını tamamen bozmuştur. Tüketicinin de talebini kısması ile beraber, çok ciddi ve alışık olmadığımız bir tablo ortaya çıkmıştır.

Hükümet, bu ekonomik daralmaya çare olarak, geçen yılın son üç ayında uygulamaya koyduğu vergi indirimlerini, bu yılın ilk üç ayında da devam ettirme kararı almıştır. Vergi indirimlerini devam ettirme kararını, bütçe açığı açısından değerlendirdiğimizde; burada çok ciddi bir vergi kaybının olmayacağını geçen yıl yapılan düzenlemeyle ilgili olarak söylemiştim. Uygulamanın bu yılda fazla bir bütçe açığı yaratacağını söylemek mümkün değil.

Çiftçi borcunu yapılandıramıyor. İşadamı bırakın krediyi ihaleye girmek için bankalardan teminat mektubu alamıyor iken; 4 kulübü kurtarmak için yine Ziraat Bankası üzerinden çözüm üretilmeye çalışılması; kriz ile ilgili olumlu ve iyi niyetli çabaları anlamsız kılıyor.

KURTARMA FİKRİ PROVOKASYONDUR

Süper Lig’de 2011-2013 yılları arasında Orduspor Kulübü Başkanlığı ve Kulüpler Birliği’nde Başkan Yardımcılığı yaptım.

Şike sürecinde, Finansal Fair Play kurallarının uygulanmaya başladığı ve yabancı futbolcu sayısının tartışıldığı en hareketli dönemde; bugün Türk futbolunu bitirenlere, bugünleri öngörerek önerilerde bulunmuştum. Hiçbirisini ciddiye almadılar.

Şikenin üstünü kapattılar,

Taraftarı ve sponsorları futboldan soğuttular,

Futbolun marka değerini dibe indirdiler,

Kuralları herkese eşit uygulamadılar. Türkiye‘de Ulusal Kulüp Lisansı verilen kulüpler; aynı kriterlere göre UEFA’dan lisans alamadılar.

Benim önerim, “Suç var ise ceza istisnasız uygulansın; 2013-2018 yılları arasında yabancı oyuncu oynatılmasın ve Avrupa kupalarına katılınmasın” şeklinde idi. Bunları yapmaz iseniz; zaten Finansal Fair Play kuralları nedeni ile katılamayacaksınız demiştim. Yine haklı çıktım. Türk futbolunda gelirler artmış, harcamalar çok daha fazla artmıştır. En çok gelir elde eden kulüplerin en çok borcu olması da bu yüzdendir.

Bu yapılandırma, en çok borcu olan 4 kulüp için gündeme getirilmektedir. Bu en çok borçlu 4 kulübün önümüzdeki 5 yıllık gelirlerinin tamamı finans kuruluşlarına temlik edilmiş ve bu kulüpler “teknik iflas” durumunda iken; ilave sermaye girişi olmadan, borç yapılandırması ile bu kulüplerin nasıl kurtulacağını biri bize anlatsın. Bu yapılandırmanın diğer kulüplere ve özellikle bir alt lige düşmeleri nedeni ile İngiltere‘deki gibi “Denge Fonu” uygulanmadığı için amatör liglere kadar düşen her biri en az 50 yıllık şehir kulüplerine hiçbir faydası olmayacaktır.