“İnsan, mensup olduğu milletin varlığını ve mutluluğunu düşündüğü kadar bütün dünya milletlerinin huzur ve refahını düşünmeli...” (Atatürk, 17 Mart 1937)


Yeni Zelanda’da iki camiye yapılan dinci, ırkçı saldırı sonrasında, AKP’li Cumhurbaşkanı R. T. Erdoğan -Çanakkale Savaşı anma töreni konuşmasında- şöyle dedi: İstanbul’u Konstantinopol yapamayacaksınız. Dedeleriniz geldiler, burada olduğumuzu gördüler, kimi ayakta kimi tabutta geri döndüler. Aynı niyetle gelecekseniz sizi de bekleriz. Sizleri de dedeleriniz gibi uğurlayacağımızdan hiç şüpheniz olmasın...”

Erdoğan’ın bu ağır sözleri Avustralya’da ve Yeni Zelanda’da tepki çekti. Avustralya Başbakanı Scott Morrison, “Atatürk, ülkesini modern ve kucaklayıcı bir ulusa dönüştürmek istiyordu” diyerek Erdoğan’ın sözlerinin “bu ruhla bağdaşmadığını” söyledi.

Atatürk’ün “modern ve kucaklayıcı bir ulus” yaratmak istediği doğru, ancak eksik... Atatürk, çok daha fazlasını istiyordu; “yurtta barış, dünyada barış” diyordu. Dünyada bir “uyum ve iş birliği çağının” açılması gerektiğinden
söz ediyordu.

ATATÜRK’ÜN BARIŞ FORMÜLÜ

Atatürk, gerçek barış için her şeyden önce -tıpkı kendisinin yaptığı gibi- emperyalizme karşı tam bağımsızlık mücadelesi vermek gerektiğini düşünüyordu. Onun için “barış” demek, her şeyden önce “tam bağımsızlık” demekti. Çünkü emperyalizmin ve sömürünün olduğu yerde gerçek barışın olmayacağını görüyordu.

31 Ocak 1923’te İzmir’de halka şöyle demişti: “Biz barış istiyoruz dediğimiz zaman ‘tam bağımsızlık’ istiyoruz dediğimizi herkesin bilmesi lazımdır. Barışın anlamı budur. Bunu istemeye hakkımız ve gücümüz vardır. On sene, yirmi sene sonra aşağı görülerek ölmektense şimdiden şeref ve haysiyetle ölmeyi üstün tutarız.” (1)

Atatürk, emperyalizmi yenmeden yapılacak bir barışın, gerçek barış getirmeyeceğini çok iyi biliyordu. Bu nedenle Milli Mücadele yıllarında tam bağımsızlığı sağlamayan sözde-sahte barış tekliflerini hep reddetti. Örneğin “Sevr”, o sözde-sahte barış tekliflerinden biriydi. Atatürk, Milli Mücadele’yi kazandıktan sonra barış masasına oturdu. Kalıcı barışı kurdu. Lozan Barış Antlaşması’yla –bugün için- 96 yıllık kesintisiz bir barış ortamı sağlandı.

Atatürk, eninde sonunda “mazlumların zalimleri yeneceğini” ve işte o zaman dünya barışının sağlanacağını düşünüyordu. 1921’de aynen şöyle demişti: “Bütün mazlum milletler zalimleri mahv ve perişan edecektir. O zaman dünya yüzünden zalim ve mazlum kelimeleri kalkacak, insanlık kendisine yakışan bir toplumsal hale mazhar olacaktır.”

Atatürk 1921-1938 arasında 56 bağımsız ülkenin başına geçen 115 devlet başkanının tamamıyla temas kurdu. (Fotoğrafta,
Atatürk İran Şah’ıyla birlikte, 1934.)


SAVAŞ KARŞITI BİR ASKER

Atatürk, “Türk ihtilali, yüksek bir insani ülkü ile birleşmiş bir vatanseverlik eseridir” diyordu. (2)Gençler... Siz almakta olduğunuz eğitim ve kültür ile insanlık yeteneğinin, vatan sevgisinin, düşünce özgürlüğünün en yetenekli sembolü olacaksınız” diyordu. (3) Yani Atatürk “vatan sevgisi” ile “insanlık ülküsü” kavramlarını birlikte, yan yana kullanıyordu.

Atatürk, 13 Temmuz 1923’te The Saturday Evening Post yazarı F. Marcosson’a verdiği mülakatta, “Biz milliyetçiyiz, ama bizim milliyetçiliğimiz bencil cinsten bir milliyetçilik değildir” demişti. “Biz artık fetih istemiyoruz” demişti. “Emperyalizm ölüme mahkûmdur, demokrasi insan ırkının ümididir” diye de eklemişti. (4)

Atatürk, her fırsatta “savaş karşıtlığını” vurguluyordu. Örneğin bir keresinde “Savaşçı olamam; çünkü savaşın acıklı hallerini herkesten iyi bilirim” demişti. (5)

Muzaffer Türk Ordularının Başkomutanı olarak 1923’te Adana’da “Zorunlu olmadıkça savaş bir cinayettir” demişti: “Savaş zorunlu ve hayati olmalı. Milleti savaşa götürünce vicdanımda acı duymamalıyım. ‘Öldüreceğiz’ diyenlere karşı ‘ölmeyeceğiz’ diye harbe girebiliriz. Lakin millet hayatı tehlikeye uğramadıkça savaş bir cinayettir.” (6)

Gerçekten de Atatürk’ün “haksız” bir savaşı yoktu. Onun tüm savaşları haklıydı, meşruydu; o “öldüreceğiz diyenlere karşı ölmeyeceğiz” diyerek savaşmıştı.

“Yurtta barış dünyada barış” ideali


Atatürk savaş ve barış gazisi olarak biliniyordu. Atatürk öldüğünde yayımlanan çizimlerden biri.


Ömrü savaş meydanlarında geçen Atatürk, “savaştan” çok “barış” diyordu. “Barış milletleri refah ve mutluluğa eriştiren en iyi yoldur” diyordu. (7) İnsanlığın kurtuluşu için “mutlaka medeni, insani ve barışçı ülkü belirmelidir” diyordu. (8)

20 Nisan 1931’de, Türkiye’nin temel siyasetini “Yurtta barış dünyada barış için çalışıyoruz” diye özetlemişti. (9)

1933’te yaptığı bir açıklamada da Türkiye Cumhuriyeti’nin “en esaslı ilklerinden biri” olan “Yurtta barış dünyada barış” ilkesinin “insanlığın ve medeniyetin refah ve ilerlemesinde de en esaslı etken olduğunu”; buna hizmet etmekle “övündüklerini” söylemişti. (10)

Atatürk, dünyada “devamlı bir barış” için “insanlığın bütününün refahı açlık ve baskının yerine geçmelidir. Dünya vatandaşları kıskançlık, açgözlülük ve kinden uzaklaşacak şekilde eğitilmelidir” demişti. (11)

Atatürk, 17 Mart 1937’de Romanya Dışişleri Bakanı Antonescu ile sohbetinde, dünya barışının nasıl sağlanacağını şöyle anlatmıştı:

İnsan, mensup olduğu milletin varlığını ve mutluluğunu düşündüğü kadar bütün dünya milletlerinin huzur ve refahını düşünmeli... Çünkü dünya milletlerinin mutluluğuna çalışmak, diğer bir yoldan kendi huzur ve mutluluğunu temine çalışmak demektir. Dünyada ve dünya milletleri arasında huzur, açıklık ve iyi geçim olmazsa, bir millet kendisi için ne yaparsa yapsın huzurdan mahrumdur. (...) En uzakta zannettiğimiz bir olayın bize bir gün temas etmeyeceğini bilemeyiz. Bunun için insanlığın hepsini bir vücut ve her milleti bunun bir organı saymak gerekir. Bir vücudun parmağının ucundaki acıdan diğer bütün organlar etkilenir. Dünyanın filan yerinde bir rahatsızlık varsa bana ne dememeliyiz. Böyle bir rahatsızlık varsa tıpkı kendi aramızda olmuş gibi onunla ilgilenmeliyiz...(12)

Atatürk bu sözleriyle, II. Dünya Savaşı’ndan iki yıl kadar önce tüm dünyaya adeta barış ve insanlık dersi vermişti. Atatürk’ün 1938’de ölümüyle dünya barış dilini
kaybetti. 1939’da II. Dünya Savaşı çıktı.

Atatürk’ün barışa katkısı


Başkomutan Meydan Muharebesi sonrasında Yunan Başkomutan Vekili General Trikupis ve İkinci Kolordu Komutanı Digenis esir alındı. Esir Yunan generalleri, 3 Eylül’de Uşak’ta, muzaffer Başkomutan Atatürk’ün karşısına çıkarıldılar. Atatürk -Yunan zulmüne rağmen- esir Yunan generallerini intikam duygusundan uzak bir ruh haliyle karşıladı. General Trikupis’in elini sıktı. “Oturun general, yorulmuş olacaksınız!” dedikten sonra sigara ve kahve ikram etti. Görüşme bittikten sonra ayağa kalktı: “Sizin için bir şey yapabilir miyim?” diye sordu. General Trikupis, sağ olduğunun ailesine bildirilmesini istedi. Atatürk, Trikupis’i şöyle teselli etti: “Napolyon da bir savaş kaybetti. Savaş bir talih oyunudur general! Bazen en yeteneklisi de yenilir. Siz görevinizi yaptınız. Sorumluluk talihten geliyor. Üzüntü duymayınız.(13)

Atatürk, Başkomutan Meydan Muharebesi sonrasında İzmir Karşıyaka’da kendisi için hazırlanan köşke girerken merdivenlere bir Yunan bayrağının serildiğini görünce, onu hemen yerden kaldırtmıştı. Kendisine, Yunan Kralı Konstantin’in bu köşke Türk bayrağını çiğneyerek girdiği söylendiğinde ise “O hata etmiş. Ben onun hatasını tekrar edemem. Bayrak bir milletin onurudur. Ne olursa olsun yerlere serilemez ve çiğnenemez” demişti. (14)

Atatürk, bu davranışlarıyla sadece Yunanistan’a değil, tüm dünyaya insanlık dersi vermişti.

Atatürk Türkiye’si, Tevfik Rüştü Aras’ın ifadesiyle, “Her nerede barış adına bir toplantı olsa oraya koşmuştu.” 

Ulus Gazetesi 15. yıl özel eki, 1938.


Barışı korumak için 1928’de Kellog Paktı kuruldu. Türkiye 1929’da bu pakta üye oldu. 1932’de Milletler Cemiyeti’nin düzenlediği Silahsızlanma Konferansı’na katıldı. 1932’de Milletler Cemiyeti’nin özel daveti üzerine (28 devletin teklifiyle) Milletler Cemiyeti’ne üye oldu. 1935’te Milletler Cemiyeti’nin Lahey Sürekli Adalet Divanı’na katıldı. Barışı korumak için 1928’de hazırlanan Genel Tahkim Senedi’ni 1934’te –bazı şartlarla- imzaladı. Arjantin Dışişleri Bakanı’nın barışı korumak amacıyla örgütlediği Savvedra Lama Paktı’na 1936’da Türkiye de katıldı. İtalya’nın Habeşistan’a saldırısını kınayan ülkelerden biri de Türkiye’ydi.

1933’te İtalya, Almanya, İngiltere ve Fransa arasında Dörtler Paktı kuruldu. Güneybatı kıyılarımıza göz koyan İtalya’nın öncülüğünde kurulan bu pakta Türkiye karşı çıktı. Atatürk, 29 Ekim 1933’te Ankara Palas’ta yabancı elçilerin de olduğu akşam yemeğinde açıkça Dörtler Paktı’na karşı olduğunu söyledi. “Onun bu sözlerine sofrada bulunan İtalyan Büyükelçisi cevap vermeye yeltendi. Atatürk, elçiye gereken cevabı verdi.” (15)

Lozan Antlaşması sonrasında Türkiye ve Yunanistan arasında Mübadele ve Patrikhane sorunu yaşandı. Atatürk ve Venizelos zamanla bu sorunları çözdüler. Türkiye ve Yunanistan arasında 1930’da iki antlaşma imzalandı: Ekim 1930’da Yunan Başbakanı Venizelos Türkiye’ye geldi.  Ekim 1931’de de İsmet İnönü ile Tevfik Rüştü Aras Yunanistan’a gitti. Eylül 1933’te Yunanistan’ın yeni başbakanı ve dışişleri bakanı Türkiye’ye geldi. 1933’te Türkiye ve Yunanistan arasında “İçtenlikli Antlaşma Paktı” yapıldı. Venizelos, 1933’te Türkiye Cumhuriyeti’nin onuncu yıl kutlamalarına katılmak için Türkiye’ye geldi.

Türk-Yunan dostluğu, çok geçmeden bir Balkan dostluğuna yol açtı. 1934’te Türkiye, Yunanistan, Yugoslavya, Romanya arasında Balkan Antantı imzalandı.

Atatürk’ün öncülüğünde İslam ülkeleri de bir araya geldiler. 1937’de Türkiye, İran, Irak ve Afganistan arasında Sadabat Paktı kuruldu.

Atatürk, Milli Mücadele yıllarında başlayan Sovyet dostluğunu da geliştirerek devam ettirdi.

Atatürk, 1935’te Amerikalı gazeteci Gladys Baker’e, barış paktlarıyla tüm dünyayı bir barış kuşağıyla çevirmenin mümkün olacağını söylemişti. (16)

Atatürk, Sovyet dostluğu, Balkan Antantı ve Sadabat Paktı ile Balkanlardan Güney Asya’ya, Sibirya’dan Akdeniz’e kadar uzanan en büyük “barış kuşağını” oluşturmayı başardı.

Atatürk Türkiye’si, 1921-1938 arasında dünyadaki 56 bağımsız ülkenin 37’sinde diplomatik temsilcilik açtı, 40’ıyla dostluk antlaşması imzaladı. Atatürk bu sürede bu 56 bağımsız ülkenin başına geçen 115 devlet başkanının tamamıyla temas kurdu. (17)

Atatürk, Milli Mücadele’den sonra İstanbul’un kurtarılması, Boğazlar ve Hatay gibi büyük sorunları savaşsız, silahsız barış yoluyla çözmeyi başardı.

Atatürk, dünya barışına katkısı nedeniyle -hem de eski düşman Venizelos tarafından- 1934’te Nobel’e aday gösterildi. Atatürk’e Nobel verilmedi. (18) Ancak UNESCO, 27 Kasım 1978 tarihli kararında Atatürk’ü “Uluslar arasında anlayışın, sürekli barışın öncüsü” diye tanımladı.

13 Temmuz 1923’te The Saturday Evening Post yazarı Isaac F. Marcosson, Atatürk’e, “Dünyanın bugünkü hastalığı için ilacınız nedir?” diye sormuştu. Atatürk bu soruya şöyle cevap vermişti: “Aptalca şüphe ve güvensizlik değil, akıllıca işbirliği...

O reçete hâlâ geçerli...

Kaynaklar: 


1- Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C.2, s. 93.

2- Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, Ankara, 1999, s. 88, 89.

3- Kocatürk, age, s. 192, 193.

4- Atatürk’ün Bütün Eserleri (ABE), C. 16, s. 37, 38.

5- Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Atatürk, 2. bas, İstanbul, 1955, s. 110.

6- Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C.2, s. 124. Kocatürk, age, s. 352.

7- Kocatürk, age, s. 369.

8- Kocatürk, age, s. 382.

9- Atatürk’ün Tamim Telgraf ve Beyannameleri, C. IV, s.  551. Şerafettin Turan, Türk Devrim Tarihi, 3. Kitap, (İkinci Bölüm), 2. Bas, Ankara, 2010, s. 144.

10 - Atatürk’ün Tamim Telgraf ve Beyannameleri, C. IV, s. 560. Kocatürk, age, s. 367, 368.

11- Kocatürk, age, s. 370.

12- ABE, C. 29, s. 166, 167.

13- Selahattin Tansel, Mondros’tan Mudanya’ya Kadar, C. IV, İstanbul, 1991, s. 175, 176. Şerafettin Turan, Mustafa Kemal Atatürk, 2. bas., Ankara 2008, s. 357, 358. Ruşen Eşref Ünaydın, Atatürk’ü Özleyiş, C.II, Kasım 1998, s. 44-48.

14- Turan, age, s. 358, 359, 628. Ünaydın, age, s. 122.

15- Aptülahat Akşin, Atatürk’ün Dış Politika İlkeleri ve Diplomasisi, Ankara, 1991, s. 188, 189.

16- ABE, C. 27, s. 261, 262.

17- Bilal Şimşir, “Cumhuriyetin Barışçı Dış Politikası Üzerine”, Cumhuriyet Kazanımları, s.  81-92.

18- Turan, age, s. 633, 640, 641.