2009.

On sene önce.



İstanbul’dan havalanan THY uçağı, Amsterdam’a inişi sırasında, pist başındaki tarlaya düştü, üçü pilot, dokuz kişi hayatını kaybetti.



İrtifa cihazı arızalanmıştı, uçak henüz 594 metre yüksekteyken, sanki iki metreye inmiş gibi göstermişti.

Otomatik pilot da, iki metredeyiz, tekerlekler yere değmek üzere diye algılayıp, gazı kesmişti.

Kaptan pilot derhal müdahale etmeye çalışmıştı ama, aniden gazı kesilen uçak toparlayamamış, gövdeüstü yere yapışmıştı.



Sonra?

Sonra, tuhaf olaylar silsilesi yaşandı.



Uçağın enkazı balina gibi yatıyor, hafif yaralı yolcular sürüne sürüne çıkmaya çalışıyor, ama kimse yardıma gitmiyordu!

Dakikalar geçiyor, ambulanslar ısrarla bekliyor, sağlık ekipleri bile aprona girmiyordu.



Çünkü...

Uçağın, pistin ve apronun çevresi Amerikalılar tarafından sarılmıştı!

Silahlı Amerikalı ajanlar, kuş uçurtmuyor, kimseyi yaklaştırmıyordu.



Hatta... THY’nin Schipol havalimanında görevli bir Türk personeli, yaralılara yardım etmek için koşmuştu ama, yakasında aprona giriş kartı bulunmasına rağmen, Amerikalılar tarafından engellenmiş, ısrar edince, yere yatırılmış, kelepçelenmiş, bir saat depoda tutulmuştu.



Bir saatten fazla bölgeye kimse sokulmadı.

Bilahare vaziyet anlaşıldı.



Hayatını kaybeden yolculardan dördü, Amerikan vatandaşıydı.

Boeing etiketiyle seyahat ediyorlardı.

Boeing’te çalışıyor görünüyorlardı.

Halbuki, CIA ajanıydılar.



Türkiye’deki işleri bitmiş, Amsterdam üzerinden Seattle’a gidiyorlardı.

Dizüstü bilgisayarlarında “yeni bir radar sisteminin askeri üssüne ait planlar, teknik bilgiler” vardı!



THY uçağı bugün bile hâlâ sebebi netleşmeyen teknik arıza neticesinde düşer düşmez, ABD’nin Lahey büyükelçiliği alarm vermişti.

Kaza bölgesine acilen yönlendirilen CIA ekipleriyle Hollanda polisini bile devre dışına çıkarıp, pisti-apronu kapatmış, havalimanına giriş çıkışı durdurmuşlardı.



Eşzamanlı olarak, Almanya Frankfurt’tan acilen özel uçak kalkmış, uzman CIA ekibi Amsterdam’a inmişti.

Frankfurt ekibi yoldayken, Schipol havalimanındaki CIA ekibi, gövdesi üçe bölünmüş halde yatan THY uçağına girmiş, hayatını kaybeden Amerikalı yolcuları bulmuş, dizüstü bilgisayarlarına el koymuştu.



Söz konusu dizüstü bilgisayarları, Frankfurt’tan gelen ekibe teslim edildi.

Bu kritik işlem bitene kadar, yaralılara bile müdahale edilemedi.



Amsterdam havalimanı uçuşa kapatılmıştı, olay yerinde muhabiri bulunmayan Türk basınının doğal olarak ilk bir kaç saat içinde yaşananlardan haberi yoktu.

Ama, Hollanda basını oradaydı, merakla kurcalıyorlardı...

“Neden bekleniyor, neden sağlık ekipleri enkaza gitmiyor, neler oluyor” diye soruyorlardı.



Hollanda savcılığı kısacık iki cümleyle kestirdi attı...

“Amerikalı yolcuların bilgisayarlarında gizli askeri bilgiler vardı, ABD’nin iade istemi yerine getirildi” açıklaması yaptı!



Acaba gerçekten kaza mıydı?

Yoksa asıl hedef, askeri sırları taşıyan Amerikalılar mıydı?

Pilotlar ve kabin görevlisi haricinde sadece beş kişi ölmüştü, bu beş kişiden dördünün CIA personeli olması talihsizlik miydi?



Bilemeyiz.

Bildiğimiz şu...

Kürecik radar üssü’nün planlarını taşıyorlardı!



Çünkü maalesef...

Türk milletinin henüz haberi yoktu ama, Büyük Ortadoğu Projesi’nin eşbaşkanı olan sayın hükümetimiz, ABD’yle gizli gizli iş tutuyordu.

Malatya Kürecik’e radar üssü kuruluyordu.



(Aslına bakarsanız, Amerikalılar, Kürecik’e 1965 yılında radar istasyonu kurmuştu.

Memleketin tamamı emirlerine amadeyken, neden illa Kürecik derseniz... Coğrafyadaki yeri eşsizdi, görüş alanı idealdi.

Soğuk savaş boyunca Sovyetler’e karşı kullandılar.

Soğuk savaş sona erince, füzelere yönelik hassas teçhizatı söktüler, Kürecik’i boşalttılar, Türkiye’ye devrettiler, Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından 226 numaralı hava radar komutanlığı olarak kullanılıyordu.

Kürecik defteri kapanmıştı.)



(2008 yılında, Pentagon pozisyon değiştirdi, NATO bünyesinde “füze kalkanı” kurulması için düğmeye basıldı.

2010 yılında, Lizbon’daki NATO zirvesinde, sayın hükümetimiz kuzu kuzu imzaladı, “Türkiye topraklarında erken uyarı radar sistemi kurulmasına” onay verdi.)



(Yani bugün tartışmalara konu olan Kürecik radar üssü... Bizzat, sayın dindar hükümetimizin taviziyle kuruldu!)



(Türk milletinden gizleniyordu ama... THY uçağı Amsterdam’da düştüğünde, Kürecik’in inşaatı başlamıştı.)



(Kürecik radar üssü’nü Amerikan askeri personeli kurdu.

2012 yılında açıldı.

Kağıt üzerinde NATO’ya aitmiş gibi görünür ama, Amerikan Ordusu’nun malıdır.

Komuta merkezi Diyarbakır hava üssü’nde konuşludur.

ABD Avrupa Ordusu’na bağlıdır.)



(2 bin 300 kilometre hassas menzile sahip, beş bin kilometreye kadar yolu olduğu söyleniyor.

Elbette uzaydan da görüyorlar ama, özellikle İran’dan İsrail’e yönelen füzelerin rotasını buradan takip etmek çok daha garantili bulunuyor.

Kürecik’te elde edilen veriler, anbean Polonya ve Romanya’da konuşlu radar üslerine iletiliyor.)



(Kürecik radar üssü’nde, teknik işleri yönetmek üzere, 50’den fazla Amerikalı asker görev yapıyor.

İç güvenlik de Amerikan askerleri tarafından sağlanıyor.

Yani, Türkiye topraklarında ama, Türkiye’nin içeri girmesi yasak...

İçerde neler oluyor, sadece Amerikalılar biliyor.

Türkiye Cumhuriyeti, tel örgülerin dışında nöbet tutuyor, aman ha tel örgülerden içeri kimse girmesin diye koruma görevi yapıyor.)



Makarayı tekrar geri saralım...

2009 yılındaki uçak kazasına geri dönelim.



Uçaklarımızı kazadan beladan korumak için apronda deve kesen THY yönetimi, toplantı halindeydi.

Uçak düştü haberi geldi.

Hemen acil durum merkezi kuruldu.

Ailelere haber vermek üzere yolcu listeleri istendi.

THY kayıtlarına göre 127 yolcu ve yedi personel vardı.

Türk basınına ilk açıklama yapıldı...

“127 yolcu ve yedi personel” denildi.

Türk basınındaki tüm gazete ve televizyonlar aynı bilgiyi kullandı.

“127 yolcu ve yedi personel” diye haber yapıldı.



Ancak...

Otopsiler bir türlü bitmiyor, cenazeler bir türlü teslim edilmiyordu.



Niye?

Niyesi şu...

Hollanda’nın elindeki listeye göre, uçakta 127 değil, 128 yolcu olması gerekiyordu!

Ölenler, yaralı kurtulanlar tek tek sayılıyor, bir kişi eksik çıkıyordu.

Bir kişi kayıptı.



Bu mümkün müydü?

Nasıl oluyor da, THY listelerinde görünmüyordu?

Nasıl oluyor da, Hollanda’nın elindeki yolcu listesinde bulunuyordu?



Kimdi bu esrarengiz kayıp yolcu?



THY yönetimi çelişkili listeleri netleştirmeye çalışırken...

Ekstra sürpriz bir gelişme oldu.

THY başkanı Hamdi Topçu’ya sürpriz bir ziyaretçi geldi.

Amerikalıydı.

CIA ajanıydı!



Hamdi Topçu çok şaşırmıştı.

Toplantı odasına buyur etti.

CIA ajanı gayet rahat şekilde, “sayın başkan” dedi...

“Sizin aradığınız kişi, sizin uçaktan çıktı, Los Angeles’a uçtu!”



THY yöneticileri şoke olmuştu.

Duyduklarına inanamıyorlardı.

Hamdi Topçu soğukkanlı kalmayı başardı...

CIA ajanının kimliğini istedi.

“Sizin için sakıncası yoksa, fotokopisini alabilir miyiz?” dedi.

Ajan gene gayet rahattı...

“Hay hay, buyrun alın” dedi.



Hamdi Topçu, devletin ilgili birimlerine iletti, kimliği sorgulattı.

Teyit ettirdi.

Evet, karşısındaki Amerikalı, CIA ajanıydı.



Hepsi tamam da...

THY uçağının Amsterdam’a düşmesiyle, Amsterdam’dan Los Angeles’a gidecek uçak arasında sadece 45 dakika vardı.

Amsterdam havalimanı uçuşa kapatıldığı için, Los Angeles uçağının havalanmadığını odada bulunan herkes biliyordu.

Üstelik... Los Angeles uçağının vaktinde havalandığını bile kabul etsek, düşen uçaktan çıkan yolcunun, koşa koşa terminale girip, yeni bilet alıp, Los Angeles uçağına binmesi mantıklı mıydı?



CIA ajanı büst gibi oturuyordu.

Mantık aramanın manası yoktu.



THY yönetimi, CIA ajanının anlattıklarını, kimlik fotokopisiyle birlikte Hollanda makamlarına iletti.

Muhtemelen o sırada bir başka kimlik fotokopili arkadaş da Hollanda makamlarını ziyaret etmişti...

Hollanda makamları, bu saçma senaryoya rağmen, geri adım attı, esrarengiz yolcuyu aramaktan vazgeçti!

Cenazeler teslim edildi.



Dünya lideriyiz diye atıp tutan sayın hükümetimizin gıkı bile çıkmadı.

Kendini dünya lideri zanneden sayın ahalimizin ruhu bile duymadı.



(Lütfen girin internete... 2009 yılına ait, kazanın yaşandığı günkü haberleri okuyun, istisnasız hepsinde 127 yolcu yazar.

Ama... 2012 yılından itibaren bu kazayla ilgili haberleri okuduğunuzda, yolcu sayısının aniden 128 olduğunu görürsünüz!)



(Sihirli bir el dokundu...

Kazadan üç yıl geçtikten sonra, 127 yolcu 128 oluverdi.)



(Sayın basınımız “yahu biz bunu kendi ellerimizle 127 diye yazmamış mıydık, nasıl oldu da 128 oldu, şimdi niye 128 yazıyoruz” diye merak etmedi!)



(Sayın basınımızın merak etmediği yolcu, işte bu esrarengiz yolcuydu.)



Ve şimdi...

ABD’ye rest çekiyoruz.

Kürecik’i kapatırız filan diye esip gürlüyoruz.



Hazır milli duygular coşmuşken, goygoycu korosuna katılıp “hemen kapatalım şahane olur” diye yazmak isterdim ama...

Kürecik’i kapatmak Kuleli’yi kapatmaya benzemez, haberimiz olsun!