Yakın tarihimizdeki “33. Paralelin” anlamı aşikar;
Körfez Savaşı’nın ardından Irak’ta 33. paralelin kuzeyinde kurulan uçuşa yasak bölge, Iraklı Kürtlerin kendi “devletçiklerini” kurmalarını sağladı. Türkiye’ye ise PKK terörüyle birlikte kan, gözyaşı ve çokca şehide maloldu.
Şimdi Suriye’de benzer bir tarih yazılmakta. Bu kez ortada “33. paralel” yok, ama M-4 karayolu var.
Suriye’nin M-4 isimli karayolu Türkiye sınırına paralel biçimde boydan boya uzanıyor. Türkiye’nin Suriye politikası, Fırat’ın doğusunda da, batısında da hep M-4 karayoluyla bağlantılanıyor.
Fırat’ın batısında Rus-İran-Türk anlaşması ile M-4 karayolu, Esad güçleri ile muhalif cihatçı gruplar arasında bir nevi sınır gibi çizilmişti. Soçi anlaşması ile Türkiye’ye de, bu sınırın üstünde kalan, aralarında El Nusra ve el Kaide gibi terör örgütlerinin de bulunduğu muhalif grupları “zapt-u rapt altına alması” görevi verilmişti.

Peki ya M-4’ün güneyi?


ABD ile Türkiye arasında Fırat’ın doğusuna ilişkin varılan uzlaşma, iki ülke askerlerinin birlikte, Suriye’nin Fırat’ın doğusunda kalan kuzey bölgelerinde devriye gezmelerini öngörüyor. Ortak devriye bölgesinin sınırları henüz net değil. AKP yetkililerinin açıklamalarına bakıldığında, Türkiye açısından bu sınırın da M-4 karayolu olduğu izlenimi ortaya çıkıyor. Nitekim yandaş basın da koridorun sınır çizgisini “M-4 karayolu” olarak çiziyor.
Ancak şeytan ayrıntılarda gizli;
Mesela sınır çizgisinden M-4 karayoluna kadar olan bölgedeki yerleşim yerleri ne olacak? Bu önemli bir soru; çünkü PYD-YPG’nin kontrol ettiği Kamışlı, Kobani gibi yerleşim bölgeleri bu hat içinde yer alıyor. Mehmetçiğin bu kentlere -Amerikan askerleriyle birlikte bile olsa- girmesine izin verilecek mi? Yoksa ortak devriye, daha önce Membiç’te olduğu gibi -sahi Membiç’te kandılmamış mıydık?- kırsal kesimde mi kalacak?

ZIMNİ TANIMA ANLAMINA GELİR Mİ?

Türkiye-ABD anlaşmasının akla getirdiği bir başka soru da, Irak’taki “33.paralel” çizgisiyle bağlantılı;
PYD-YPG’nin Fırat’ın doğusunda kontrol ettiği bölge, M-4 karayolunun güneyinde de epey geniş bir alanı kapsıyor.
Acaba Türkiye, ABD ile birlikte bu “barış koridorunu” oluşturarak, çizdiği sınırın altında bir “devletçik oluşumunu” zımnen kabul etmiş mi oluyor? -Unutmayın; Körfez Savaşı sonrasında Irak’taki 33. Paralel uzlaşması da Amerikalılar’ın öncülüğünde yapılmıştı-.

Geçmiş hataların gölgesi...


AKP hükümetlerinin bu bölgeye ilişkin izlediği politikalarda başka kafa karıştıran unsurlar da var;
Mesela; Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan geçen hafta Ankara’da yapılan Büyükelçiler Konferansı’nda şu kritik cümleyi söyledi:
“Güney sınırımızda adeta kanser hücresi gibi büyüyen, müttefiklerimizin ağır silahlarıyla büyütülen bu yapı ortadan kalkmadıkça Türkiye rahat edemez...”
Ancak Erdoğan’ın bahsettiği bu “yapının” kurulma sürecinde yaşananlar da malum;
Bir 29 Ekim günü, PYD-YPG’yi kurtarmak için Iraklı peşmerge güçlerinin Türkiye sınırından geçirilmesi -ve yol boyunca ağırlanması- da;
PYD’nin eş başkanı Salih Müslim’in Ankara’da ağırlanıp, üst düzeyde kabul görmesi de hala hafızalarda.
AKP hükümetinin yaptığı yanlışlar, şimdilerde Türkiye’nin önüne, tıpkı Sayın Cumhurbakanı’nın ifade ettiği gibi “çifte standart” olarak geliyor. Bundan sadece birkaç yıl önce Ankara’da ağırlanan PYD’nin “terör örgütü” olduğu mesajı da, işte bu yüzden uluslararası camiada alıcı bulmuyor.
“Barış koridoru” adı altında, yandaşların coşkulu tezahürat ve alkışları ile oluşmakta olan yeni coğrafi yapıyı bir de bu açıdan düşünün;
M-4 karayolunun kuzeyinde kalan bölgede;
Fırat’ın batısında aralarında teröristlerin de olduğu cihatçı grupların kontrolündeki alan;
Fırat’ın doğusunda, Mehmetçiğin gözetiminde, Esad’dan Türkiye’ye kaçan Suriyelilerin yerleştirildiği bölge, altında da PYD-YPG kontrolünde yeni bir “yapı”.
Gerçekten bunu istiyor muyuz?
Bayramınız kutlu olsun...