Kötülük konusuyla ilgili klasik formülasyonları geçmiş yazılarda özetlemeye çalıştım. Ancak bu konuyla ilgili dini söylemde perspektif değiştirmezsek, Kur’an’ın beyanıyla ‘gaybı taşlamaya’ (Sebe/53)  devam edeceğiz. Zira insan, yeryüzünde, aktif-ahlaki özne olarak rol alır. Doğadaki yasalarla ahlak yasaları birbirinden bağımsız işlediğine göre, insan, bunun farkındalığı üzerinden hareket kabiliyeti geliştirmelidir. Örneğin, sel yatağına bina yapan mı suçludur, yoksa selin oluşmasını sağlayan doğa yasası mı? Yasanın sahibi Allah olduğuna göre, felaketi/kötülüğü Allah veriyor demek, Kur’an’ın yaklaşımında, hem varlıkla-insan ilişkisinde dikkat çekilen “denge ve bu dengeden sapılmaması gerektiği” (Rahman/7-8) uyarısına, hem de “takva/sorumluluk bilinci” (Al-i İmran/102) çağrısına terstir.

AHLÂKÎ AĞIN PARÇASI OLMAK

Müslümanlık başta olmak üzere dinler,  iyiliğe vesile olmayı teşvik eder, kötülüğe aracı olmayı yasaklar. (Nisa/85) İnsan-varlık ilişkisinde ‘erdemlilik’ anahtar kavramdır. Düşünce tarihinin başından bu yana var olan erdem (fazilet) ilkesi, insanı aşırılıklardan koruduğu gibi, sürekli iyiye, doğruya, güzele, ölçülülüğe yöneltir.

İlahiyat profesörü Şaban Ali Düzgün’ün tespiti, ahlaklı (erdem sahibi) insanın durduğu yeri göstermesi açısından dikkat çekicidir: “Dünyada hiçbir şey insana tamamlanmış olarak verilmez. İnsan her şeyi tamamlayarak onun bir parçası olur. Bu, “amel” veya yaratıcı eylem dediğimiz şeydir ve insanın fillerinden farklıdır. Kur’an’ın, hata ve kusurdan bahsettiği bağlamın ardından salih amel/yaratıcı eylem vurgusu yapması, insanın olup bitenin tamamlayıcı parçası olması sebebiyledir. Bu salih amel bazen başka insanlara ilişkindir, bazen doğaya ilişkindir; ama her zaman insanı ahlaki bir ağın parçası yapar.” 

KÖTÜLÜĞÜN ORTAMI

Salih amel denilince çoğu zaman dar anlamdaki ibadetler akla gelir, namaz, oruç gibi. Oysa “ahlaki ağın parçası olmak” bütünlüklü bir dünya görüşü ister. Bu ise ancak hikmetin, felsefenin, bilimin ışığı altında olur. Siyasal erkin, yöneticinin, eğitimcinin, yatırımcının ve benzer aktörlerin, bu ‘ahlaki ağı” gerçekleştirmedeki rolü yadsınamaz. Toplumsal kötülükler de yine bu güçlerle yaygınlaşır. Denetim ağının işlememesi, liyakat-adalet gibi değerlerin askıya alınması, eleştirilere kulak kapayıp başarılı olanın görülmemesi, ekonomik sistemlerin bireyleri çıkarcı olarak var sayması güveni yok eder ve erdemli olmanın işe yaramadığı düşüncesi kötülüğe vasat oluşturur. Sıradanlık, iyi-kötü arasında ayrım yapamama, yargı yoksunluğu iyiliğin düşmanıdır.

KÖTÜLÜK NEDİR

Ahlaki kötülük, insanların birbirleriyle olan ilişkilerinde ortaya çıkar. İnsanın seçimi ve yöneliminden kaynaklanan, bilerek yaptıkları, ihmalleri, kasıtlı davranışları, karşı tarafa verdiği zarar ve ıstırap ahlaki kötülüğün özünü teşkil eder.

Doğada iyi-kötü yoktur, bu değerler insana aittir. Doğada yasa vardır, ahlaki olanda ise tercih; işte bu tercih iyiyi belirler. İnsanı derinden etkileyen toplumsal ilişkileri göz ardı etmeden söyleyelim, insan kendi yazgısını ve insanlık tarihini değiştirebilecek donanımda yaratılmıştır. Haftaya bitirelim.