Zaman zaman sizinle çocukluk yıllarımdan hafızamda asılı kalmış bazı fotoğrafları paylaşıyorum.

Korona günlerinde evde kaliteli vakit geçirmenin yollarını düşünürken yine öyle bir fotoğraf canlandı kafamda. Sizinle de paylaşmak istedim.

İlkokul yıllarıydı. Okullar açıktı ama biz evdeydik. Çünkü iki kardeş birden “kabakulak” olmuştuk. Dışarısı buz gibiydi. Üzerinde muşambadan çiçekli bir örtüsü olan küçük katlanabilir yemek masasını sobanın yanına çekmiş, ansiklopedideki “Charles Darwin” resmini çizmeye çalışıyordum.

Birden teneke çatımızdan bir taşın çarpma ve yuvarlanma gürültüsü geldi. Bizim oralarda evler hayatların ortasında olduğundan ve her hayatta bir köpek bulunduğundan kapı çalmak yerine çatıya uzaktan taş atılırdı.

Nenem ağır ağır kapıya doğru yürüdü. Kapıyı açtı ve “ne var ola” diye bağırdı. Hayatın çeperinde iki sınıf arkadaşımızın kafası görünüyordu. Şöyle bir diyalog geçti:

-Şamama nene, Öztürk Örtmen diyer ki Deniz ve Ediz okula gelsin.

-(Bağırarak) Get öğretmenine de ki ikisi de haste, gelemezler.

-Ama müfettiş gelecek Şamama nene.

-Olsun, göndermezem, size de bulaşar.

Biz ancak nenemle kapı arasından başımızı uzatarak arkadaşlarımıza el sallayabilmiştik. Okuma yazması dahi olmayan bir kadının bu tepkiyi göstermesi bir yaşam deneyiminin eseri olsa gerek.

Ne yalan söyleyeyim, kabakulak nedeniyle evde geçirdiğimiz 3 gün çok verimliydi. Resim yapmış, ansiklopedideki birçok maddeyi hatmetmiş, Cervantes’in Don Kişot romanının çocuklar için kısaltılmış versiyonunu o günlerde okumuştum.

★★★

İlköğretim çağındaki çocuklar ne yazık ki korona salgını nedeniyle, ne kadar süreceği belli olmayan bir ev hapsine maruz kalacaklar. Benim yaklaşık 40 yıl önce sahip olduğum imkanların çok daha fazlası onlarda var ama onların evde kalacağı sürenin uzunluğunu düşününce kaygılanmadan edemiyor insan.

Devletin ve ailelerin bu süreyi çocuklar açısından çok verimli hale getirebileceğine, hatta fırsata çevirebileceğine inanıyorum. Bakın, bilim, edebiyat, sanat tarihinden karantina yıllarının büyük fırsatlara çevrildiği bazı örnekler vereyim:

- Mekanik fiziğin babası Isaac Newton, yer çekimi kavramını 1665-1666’da Londra’yı kasıp kavuran veba salgınından kaçtığı çiftlik evindeki elma ağacını gözlemleyerek kaleme almıştı. Aynı şekilde çiftlikte kaldığı küçük odaya giren ışık huzmesini bir prizmadan geçirerek ilk renk çarkını da kayıtlara geçirmişti. Bilim tarihi, Newton’un fizik ve matematik bilimine damgasını vuran çalışmalarının önemli bir bölümünü karantina döneminde yaptığını yazar.

*Bir başka örnek ünlü İngiliz Yazar William Shakespeare. O da başka bir veba salgınının tiyatroları kapattığı yıllarda aktördü ve en önemli eserleri olan Kral Lear, Makbet, Antony ve Kleopatra gibi eserlerini Londra’dan uzakta geçirdiği karantina günlerinde yazdı.



- “Çığlık” isimli tablonun ressamı Edward Munch’ı bilirsiniz. Kendisi de 1918’den itibaren dünyayı kasıp kavuran İspanyol gribinin mağduruydu. Yakalandığı hastalık kendisini perişan etse de karantina günlerini boşa geçirmedi ve bugün “şaheser” sayılan birçok ünlü tablosunu o günlerde yaptı. Hatta, oto portresine bakan bazı sanat tarihçiler, perişan görünümünden yola çıkarak resmi yaptığı günlerde hasta olduğunu söyler.

- İtalyan yazar Giovanni Boccaccio’nun “Decameron” isimli eserinde veba salgını ve karantina hikayeleri anlatılır. Boccaccio’nun da 14. yüzyılda o ünlü eseri yazdığı sırada İtalya’yı vuran veba salgını nedeniyle karantinada olduğu, dünya edebiyat tarihinin önemli bir detayıdır.

★★★

Örnekleri uzatmak mümkün. Ancak, tarih bu kadar örnekle doluyken, uzmanlar fırsatlardan bahsederken, Türkiye bir kez daha “fırsatçıları” konuşuyor. Uzaktan eğitim videoları daha ilk günden olumsuz gündem oluyor. Küçücük çocuklara gösterilen merhum Başbakan Adnan Menderes’in idamının canlandırıldığı animasyon, ders aralarındaki ilahiler, karantina işini bile fırsata çevirmeye çalışan “dindar nesil mühendisleri”nin eserlerinden sadece bazılarıydı.

Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’un dâhi güvenini suiistimal eden (*) bu fırsatçı mühendislere biz nasıl güveneceğiz?

(*Bu tür hareketler cezasız/karşılıksız kaldıkça Bakan Selçuk’un bilgisi olmadığı tezine kuşkuyla bakıyorum.)