Geçmişimizin iki büyük siyasi slogan vardı:

-Komünistler Moskova’ya!

-Mollalar İran’a!

Sovyetler dağıldıktan sonra “Komünistler Moskova”ya sloganı kendiliğinden silindi. Türkiye’deki solcular, sosyalistler, komünistler başlarda “Yıkılan sosyalizm değil revizyonizm” deseler de eski Sovyet coğrafyasındaki hızlı değişim, kapitalizmin zafer kazandığını gösteriyordu.

Şimdilerde Moskova başta iş dünyası olmak üzere herkes için “gidilecek yerler” listesinin ilk sırasında olmakla kalmıyor, Ankara’nın da iyi ilişkiler kurmayı tercih ettiği bir başkent olma durumunu sürdürüyor.

“Mollalar İran’a” sloganı ise AK Parti sayesinde silindi.

Türkiye’de sol ve laik kesim, uzun süre şeriat isteyen herkesi aynı kaba koyar, şeriatçı yaklaşımların tamamını Humeyni İran’ıyla özdeşleştirirdi. Şeriat devleti isteyen herkese de adres olarak İran gösterilirdi.

AK Parti iktidara geldikten sonra gördük ki Türkiye’deki en büyük muhafazakar hareket olan Milli Görüş, aslında “İrancı” değil “İhvancı (Müslüman Kardeşler yanlısı)” imiş.

Gördüğümüz bununla da kalmadı, şii İran rejimiyle bizim siyasal İslamcıların düşmanlık seviyesinde rekabet içinde oldukları da ortaya çıktı.

Kanıt isterseniz Suriye, Mısır, Yemen, Bahreyn ve Libya’da Türkiye ile İran’ın durduğu yerlere bakabilirsiniz. Örneğin Suriye’de Nusayri Esad rejiminin en büyük destekçilerinden biri şii İran rejimi olurken, Türkiye, İran ve Esad’ı düşman belleyen İhvan’a ve bazı selefi gruplara destek veriyor.

Bu satırları okuduğunuzda belki “Bu ümmetçi olmadıkları anlamına gelmez, mezhepçi olduklarını gösterir” diyerek itiraz edebilirsiniz.

Bu itirazınıza şu yanıtı verebilirim:

-“Ümmet” kavramı bütün İslam alemini kapsar.

-Azerbaycan ile İran’ın nüfusları “mezhep” açısından aynıdır. Zaten Azerbaycan ile İran arasındaki sorunların en önemli kaynağı da ortak din/mezhepten kaynaklı “rejim ihracı” kaygısıdır.

★★★

Şimdi gelelim işin, yazının başlığında dikkat çekmeye çalıştığım boyutuna.

Erdoğan’ın 10 Aralık günü Bakü’deki zafer töreninde ‘Bahtiyar Vahapzade’den alıntı yapması, hem de İran’ın en hassas noktasına dokunan şiirlerinden birini seçmesi, Erdoğan’ın dış politikadaki büyük bir değişiminin göstergesiydi.

Neticede ‘Vahahpzade’, ‘Turancılık’ akımının önemli isimlerinden biriydi. Aras Nehri’nin Azerbaycan’ı ikiye böldüğüne inanırdı ve İran’ın kuzeyinde Türklerin yaşadığı bölgeyi ‘Güney Azerbaycan’ olarak görürdü.

Vahapzade, 1962’de ‘milliyetçi’ olarak etiketlenip üniversiteden atılmasına neden olan ‘Gülistan’ isimli şiirinde şöyle der:

“Nasıl ayırdınız tırnağı etten –

Yüreği bedenden, canı cesetten?

Ah kim bu hakkı vermiştir –size,

Sizi kim çağırmış, Vatanımıza?

.......

Aras’ın suları gazaplı, taşkın,

Şirin nağmeleri ahdır, haraydır.

Vatan Kuşa benzer, kanatlarının

Biri –bu tay ise, biri– o taydır (“Bu tay” ve “o tay” Aras nehrinin kuzeydeki ve güneydeki iki yakası için kullanılıyor)”

İran’la yaşanan kriz sonrasında Ankara “Böyle olduğunu bilmiyorduk” gibi bir tavır sergilese de bu şiir krizi ve Azerbaycan’la yakınlaşma, bir kez daha gösterdi ki iktidarının ilk üç çeyreğinde yönünü güneyimizdeki Arap coğrafyasına çeviren Cumhurbaşkanı Erdoğan, son zamanlarda, bir dönem “Ayaklar altına aldık” dediği Milliyetçiliği, iç ve dış siyasette vitrin yapmaya başladı. Yüzünü de ‘Turan coğrafyası’na çevirdi. Bu eksen değişimi sayesinde yakında bir süredir ihmal edilen diğer Türk cumhuriyetleriyle de ilişkiler artırılabilir.

Bu durum ‘Ümmet coğrafyası’nda Katar dışında müttefik kalmamasından kaynaklanıyor olabilir. Ancak ben, yıllardır Turan kavramından vazgeçmeyen, en zor zamanlarda dahi ilkesel bir tavırla Azerbaycan’a sahip çıkan MHP’yle ittifakın olumlu bir sonucu olarak da görüyorum.

Peki bu politika kalıcı mı yoksa “konjonktürel” midir?

Daha önceki 180 derecelik “konjonktürel” değişimleri düşününce bu soruya net bir yanıt vermek zor.

Bekleyip görmek lazım.