Sevgili okurlarım, burada sık sık değiniyorum... Türkiye’de eğer AKP iktidarının yandaş medyasından değilseniz, eleştiriyorsanız, onların hoşuna gitmeyecek bir şeyler yazıyorsanız, başınıza her türlü belanın açılmasına, korkutma ve sindirme taktiklerinin üzerinizde uygulanmasına, hatta belki de dayak yemeye hazır olacaksınız.

Dayak yemek o işlerden sadece biri!

Gazeteci arkadaşlarımız Yavuz Selim Demirağ ve Ahmet Takan dayak yemeyi başardılar!

Sesi ne yazık ki Türkiye’ye ulaşmayan Anadolu gazetecilerinin, başka bir deyişle yerel basınımızın başına da her gün böyle olaylar geliyor ama çoğumuzun (ne yazık ki) ruhu bile duymuyor.

★★★

Hak, hukuk ve adaletin olmadığı, kararların tepeden gelen talimat ve emirlerle verildiği yargı ortamında biz gazeteciler özgür değiliz.

Yazılarımızı bazı durumlarda korka korka yazıyoruz...

Kendimizi, kendi yazılarımızı sansür etmek zorunda kalıyoruz.

Ne olur ne olmaz, başımıza iş gelmesin!

Hakkımızda nice tazminat ve ceza davaları açılıyor...

Adliye koridorları gazetecilerle dolu...

Ve bazıları cezaevinde...

Barış Terkoğlu, Barış Pehlivan, Hülya Kılınç, Murat Ağırel, Ferhat Çelik, Aydın Keser gibi tutuklu (ve hiçbir suçu olmayan) arkadaşlarımız daha dün yine Ağır Ceza Mahkemesi’nde hesap veriyordu.

Bu yazıyı yazdığım saatlerde mahkemenin kararı belli olmamıştı.

Müyesser Yıldız derseniz, o da tutuklu.

★★★

Bu süreci bire bir yaşamış bir gazeteci olarak söylüyorum...

Bizler de Sözcü gazetesi yazar ve yöneticileri olarak geçtiğimiz aylarda Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılandık...

Ve inanması güçtür ama “Fetöcülükten (!), terör örgütüne üye olmamakla birlikte yardım etmekten” hapis cezaları aldık.

Benim ve Necati Doğru’nun payımıza düşen ceza 3 yıl 6 ay 15 gün oldu... Genel Yayın Yönetmenimiz Metin Yılmaz ve internet sitesi müdürümüz Mustafa Çetin 3 yıl 4 ay aldılar.

Dava dosyasının içeriği öylesine boştu ki, tutuklama kararı vermediler.

O kadar boştu ki, savcı bile tutuklanmamızı istemedi.

★★★

Sevgili okurlarım, sadece biz gazeteciler değil bütün Türkiye, inanılmaz bir baskı, korkutma ve sindirme ortamında yaşıyor.

İşte, CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’na önceki gün verilen dokuz yıl hapis cezası...

Hangisini, hangi yargılamaları, verilen hangi kararları saymalı ki, vallahi bilemiyorum.

Yüzlerce insan Cumhurbaşkanına hakaret suçundan yargılanıyor, bir o kadarı şimdi o suçtan hapiste yatıyor.

★★★

Evet, ülkemizde bu son yıllara kadar görülmedik bir biçimde baskı ortamında yaşıyoruz.

Sadece baskı değil, yediğimiz küfürler, tehditler ve hakaretler de işin cabası.

İktidar partisinin elemanları hem yandaş medyada, hem de adına sosyal medya denilen ortamda örgütlendiler, küfür, tehdit ve hakaret yağdırıyorlar.

Mahkemeye veriyoruz, karar geliyor:

“Bu sözler fikir ve ifade özgürlüğü kapsamındadır, yapılacak herhangi bir işlem yoktur!”

Ama bizler mahkemeye verildiğimiz ve hakkımızda davalar açıldığı zaman kararlar ne hikmetse tam tersine oluyor!..

★★★

Şimdi aynı sürecin devamını bize Türkiye Barolar Birliği olayında yutturmak istiyorlar.

Amaç bu kuruluşun başında olan iktidar işbirlikçisi Metin Feyzioğlu’nu “Başına gelmesi kaçınılmaz olan felaketten” kurtarmak.

Nedir o felaket?

Barolar Birliği Genel Kurulu’nda başkanlığı kaybedecek ve otel dahil bütün parasal kaynakları elinden sabun gibi kayıp gidecek.

İşte bu yüzden, bu arkadaşa tepki yürüyüşü düzenleyen 56 baro başkanının üzerine devletin polisini sürdüler, Ankara’ya girişlerine, Anıtkabir ziyaretlerine 28 saat boyunca izin vermediler.

★★★

Baskı sadece gazeteciler için değil, kendilerinden yana olmayan bütün kesimler için geçerli.

Sıradan vatandaşlar...

Kurumlar...

CHP’li belediyeler...

Ve özellikle yargı!

Meclis ellerinde...

Saray derseniz zaten öyle!

Maşallah, yanlarında MHP gibi bir koalisyon ortağı da var.

Korkutma ve sindirme ortamından fayda bekliyorlar!

Demokrasi, ifade özgürlüğü, yolsuzluk belgelemek, Türkiye’nin soyulmasına karşı çıkmak, iktidarı eleştirmek falan her şey suç.

Günü gelince gereği yapılıyor!

Bütün kararlar sarayda oluşturulan kadrolar tarafından veriliyor...

Ve milyonlarca insanımız işte bu baskılar altında yaşıyor, biz gazeteciler bu ortamda görev yapmaya çalışıyoruz.