Sevgili okurlarım, önce sizlere birkaç gün önce elime ulaşan bir e-posta mesajını iletmek istiyorum. Okurum şöyle diyor:

“Sayın Çölaşan, konu her ne kadar kamuoyunda Barolar Birliği olayı gibi algılanıyorsa da, anlayabildiğim kadarıyla Türk Tabipleri Birliği ve Türkiye Mimar ve Mühendis Odaları Birliği (TMOB) gibi kuruluşları da kapsayacak. Onları da parça parça edecekler.

Zira bunlar kendilerini ilgilendiren konularda iktidarın akıl almaz yanlışlarına hiç çekinmeden karşı çıkan kuruluşlardır.

Genellikle Atatürk ilkelerine bağlı yöneticilerle yönetilirler.

İktidar açısından bütün sıkıntı budur.

★★★

Barolar konusunda ise iş sizin dediğiniz gibi Metin meselesi değil, Metin gibiler meselesidir!

Yoksa 80 Barodan 78’inin arkasını döndüğü Metin ömür boyu Türkiye Barolar Birliği Başkanı olsa da olur, olmasa da olur.

Olsa kaç yazar, olmasa kaç yazar!

Ama çoklu bir baro sistemi gerçekleştiği takdirde olacakları düşünmek bile istemiyorum.

Örneğin her partinin ayrı ayrı baroları kurulur mu?

Kurulacaktır!

On binlerce avukatımız içinde değişik siyasi partili ve her görüşten hukukçular var.

Alevi avukatlarımız, Kürt kökenli avukatlarımız, muhafazakâr görüşlü, sol görüşlü, lâik avukatlarımız kanunun gösterdiği şartları yerine getirerek ayrı ayrı barolar kurmazlar mı? Zaten olacağı budur.

Sonrasında bu barolarla aynı doğrultuda bazı mahkemeler ortaya çıkmaz mı?

Oralara özellikle yapılacak atamalara kim engel olabilir?

Böylesine büyük bir ayrışmanın ardından neler gelebileceğini, neler olabileceğini hiç düşünmek bile istemiyorum. Selam ve saygılarımla.”

★★★

Şimdi burada, aklıma gelen birkaç hususu sizlerle paylaşmak istiyorum.

İktidar baroları bölüyor, parçalıyor.

İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük barolara üye olan avukatlar iki bin imzayı buldukları takdirde yeni baro kurmaları mümkün olacak.

Bul iki bin imzayı, topla kendi yandaşlarını, kur kendi baronu!

Maksat Metin’i kurtarmak!..

★★★

Yeni baroların isimleri de çok ilgi çekici olabilir!

-Bereket barosu...

-Helâl baro...

-Ülkücü avukatlar barosu...

-Sosyal demokrasi barosu...

-Huzur ve garantili iş barosu...

-AK avukatlar topluluğu barosu...

★★★

Sonra barolar arasında rekabet kızışınca, piyasaya resmî olmasa bile bazı sloganlar sürülüp kulaktan kulağa yayılabilir:

-İcra takipleri baromuzun seçkin avukatları tarafından itina ile yapılır...

-Tazminat davalarında en güvenilir baro... Uzman avukatlarımızla hizmetinizdeyiz... Bizim avukatlarımızı tercih edin.

-Ceza davalarının vazgeçilmezi biziz...

Yasaktır, bu kadarı olamaz falan demeyin, ben fısıltı gazetesinden söz ediyorum.

★★★

Avukatlar davayı açıp takip etmeye başlar...

Ve bazı yargı mensupları merak edip avukatın siyasi kimliğine bakabilir!

“Acaba avukat hangi baroya kayıtlı, bizden mi değil mi?”

Burası Türkiye abicim, bunlar olmayacak işler değil!

Her şeye hazırlıklı olmalıyız.

★★★

Bu süreçte aklıma takılan bir de soru var:

Bunca işler oluyor, iktidar kendisine destek vermeyen, karşı çıkan baroları bölmek için Meclis’e yasa teklifi getiriyor, ortalıkta kıyametler kopuyor...

Ve bu süreçte bir tek kişi sessiz kalmayı başarıyor...

Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu!

Arkadaş sütre gerisine çekildi, konuşmuyor. İktidara sığındı ama çok değerli fikirlerini açıklamaktan her nedense kaçınıyor!

Sanırım o da şaşkına dönmüş durumda.

180 derece dönüp iktidara yamandı, onlardan aldığı güçle kendi makamını korumaya çalışıyor.

Döneklik zor zanaattır...

Allah hiç kimseyi dönek yapmasın. Amin.  

★★★

Sevgili okurlarım, şimdi size bir sayı vereceğim, belki şaşıracaksınız.

Türkiye’de halen eğitim vermekte olan tam 132 (yüz otuz iki) adet hukuk fakültesi var.

Bazıları devlet, bazıları vakıf üniversiteleri bünyesinde...

Devlette 87, vakıf üniversitelerinde 45 hukuk fakültesi yer alıyor.

Bu 132 hukuk fakültesinde yüzlerce hoca hukukun her dalında öğretim üyesi olarak görev yapıyor. Bazıları doçent, bazıları Prof. Dr. unvanlı...

Ve bunlar on binlerce öğrenciye “Hukuk (!)” öğretiyor, geleceğin “Hukukçularını (!)” yetiştiriyor.

★★★

Şimdi soruyorum, baroları bile siyasete alet etmeye, bölüp parçalamaya ve dolayısıyla hukuksuzluğa yönelik olarak sürdürülen bu süreçte, bu hukuk fakültelerinden bugüne kadar herhangi bir ses, bir tepki, bilimsel bir görüş geldi mi?

Gelmedi!

132 hukuk fakültesi de tam siper olup sessizliğe bürünmüş durumda!

Bazı hocaları ekranlara çıkıp tartışma programlarında yer alıyor, isimlerini duyurup kendilerine kişisel tanınmışlık sağlıyor.

Başka?

Başka bir şey yok.

İktidara hitaben “Bu yaptığınız iş yanlıştır, tehlikeli bir oyun oynuyorsunuz” gibi bildiriler, açıklamalar yayınlamaları söz konusu olmuyor...

Zira o koskoca, anlı şanlı hukukçu hocalarımız da başlarına iş gelmesinden, iktidarın hışmına uğramaktan korkuyor.

Aksi takdirde 132 hukuk fakültesinden hiç değilse biri konuşmaz mıydı?

Ne günlere kaldık...

Böyle bir olay hukukun ağırlığı ve saygınlığı olan demokratik bir ülkede gerçekleşse hem üniversiteler, hem de geleceğin hukukçularını yetiştiren hukuk fakülteleri ayağa kalkıp kıyameti koparırdı.

Ama az önce de dedim ya, burası Türkiye abicim! Hem her şey olur, hem de hiçbir şey olmaz.