Bu plaja en son Nisan başında gelmiştim.

Issız kumsalda balık sürülerini çığlık çığlığa kovalayan martıları, “Bizim kısmetimizi de verin” dercesine onlara havlayan kimsesiz köpekleri, birbirini omuzlayarak durmaksızın kıyıya yosun, naylon torba, plastik şişe taşıyan dalgaları seyrederken, çevremi bir anda yazlıkçıların bırakıp gittiği kediler sarmaya başlamıştı.

Sağdan, soldan, öteden, arkadan, her yönden adeta uçarcasına geliyorlardı.

Ne kadar da çoktular...

Neyse ki hazırlıklı gelmiştim. Bagajda hepsine yetecek kadar yiyecek vardı...

★★★

Yaz boyunca o plaja hiç uğramadım.

Çünkü geçen yazlardan hatırımda kalan mutlu insan portrelerini görememekten, güneş batımına doğru evlerine dönenlerin şen kahkahalarını duyamamaktan korktum.

Aslında hepimiz korktuk, korkunun pusuda beklediği, gerilim dolu, tuhaf  bir yaz geçirdik. Nasıl geçtiğini de hiç fark edemedik.

Belki eski sakinlerin çoğu o korku nedeniyle bu yaz buralara hiç gelmedi, belki işlerini kaybedenler, düzenleri bozulup batanlar oldu, belki bazıları da koronadan hayata veda etti...

Evet bir yaz daha geçip gitti hayatımızdan...

Pek benzer bir yan bulamadık eski yazlardan...

★★★

Dün sabah erkenden kalkıp, doğruca o kıyıya gittim.

Limonata gibi bir beşinci mevsim havası olmasına, denizdeki coşkunun durulmasına, arkalardaki bir bahçede güzel şarkılar çalmasına karşın plaj, nisan başındaki ıssız görünümünü almaya başlamıştı.

Şezlonglar açıktı ama gelen yoktu. “Belki güneş yükselip hava daha da ısınınca gelirler” diye düşündüm.

Çünkü eylül denizi çok güzeldir, hatta harikuladedir...

Sanki tanıyıp da koşmuşlar gibi çevremi kuşatan kediler eskisinden daha çoktu. Belli ki aralarına yeni terk edilenler de katılmışlardı!..

Martılar çığlık çığlığa oynaşıyordu.

★★★

Maskemi indirip, kenarda balık ayıklayan lokantacıya “Bu yaz işler nasıldı” diye sordum.

Suratı limon gibi büzüldü. Acı acı gülümseyerek  “İş yoktu ki” dedi. Sonra da soru sormadan ekledi: “Buna da şükür, sağ salim bugünlere geldik ya!..”

“Çok şükür” dedim. “İnşallah seneye her şey daha iyi olur!..”

Güldü mü, ağlamaklı mı oldu, anlayamadım!..

★★★

Biraz soluklandıktan sonra “Size bir teklifim var Uğur Bey” dedi.

“Nedir” diye sordum.

“Size bir balık çorbası yapayım, karşılıklı içelim. Sabah sabah iyi gelir. İki çift de laf ederiz. Paradan vazgeçtim, bu lanet virüs bize, karşılıklı sohbet etmenin zevkini bile unutturdu! ..”

Teşekkür edip ayrılmak istedim, kolumdan tutarak lokantaya doğru çekti.

“Önümüzdeki yaza daha 8 ay var! İnşallah seneye de burada buluşuruz ama, bu virüs belası nedeniyle kimsenin gelecek yaza çıkma garantisi yok... Çorbamı içmeden asla bırakmam...”

★★★

Balık dolu tepsiyle mutfağa koşarken, bir tahta sandalyeye ilişip denizi seyre koyuldum. (Ama evden getirdiğim dezenfektanla masayı silmeyi de ihmal etmedim.)

Müzik sesinin geldiği yerde ölümsüz şarkıcı Nat King Cole “Autumn Leaves-Sonbahar Yaprakları”nı söylüyordu.

O sırada bir martı taş gibi düşercesine dalıp, kocaman bir kefal balığıyla yükselmeye başladı.

Gökyüzü masmaviydi ve ondan mutlusu yoktu...