Mart ayıydı.

Kara kış.

Kuzey Irak’taydı.

Haftanin kampını basmıştı.

35 bin askerle yürütülen Çelik Harekatı’nın sonuna doğru, telsiz mesajı geldi.

Cudi dağının Ballıkaya köyü kırsalında 250 kişilik terörist grubu tespit edilmişti, Cemil Bayık ve Sakine Cansız da oradaydı.

Hassas bir istihbarattı, kapsamlı harekat için vakit yoktu.

Özel kuvvetler komutanı’ndan emir geldi, “sen git” denildi.

Derhal Silopi’ye geçti, geceyarısı zifiri karanlıkta Cudi’ye sızdı, gün ışımadan Ballıkaya bölgesine ulaştı.

Eksi 40 dereceydi.

Her yer bembeyaz kar kaplıydı.

Hedef tespitini yaptı, 40 kişilik grubuyla 250 kişilik terörist grubuna bindirdi, çok sert vuruşma yaşanıyordu, neredeyse beş metre mesafeden çarpışıyorlardı.

Çatışma noktası, oraya önceden konuşlanan Pkk açısından avantajlıydı, ilk temas anında 10 subay ve astsubayımız yaralandı, bir uzman çavuşumuz şehit oldu, terörist grupta daha ağır kayıp vardı.

Akşama kadar muharebe oldu, hava kararınca az geri çekildik, nispeten yüksek tepede mevzilendik.

Şehidimiz aşağıda kalmıştı.

Geceyarısı saat iki’ye kadar birkaç deneme yaptık ama, zemin buzdu, aralıksız karşı ateş geliyordu, şehidimizi alamadık.

Şimşek kod adını kullanan terörist, telsizden seslendi.

“Ozan beni duyuyor musun?”

Albayımızın kod adı Ozan’dı.

“Söyle, ben Ozan” dedi.

Terörist bir anlaşma önerdi.

“Ozan bak durmadan girip çıkıyorsun bu şekilde cenazeyi alamazsın, hava soğuk, burada böyle kalmanız çok zor, sonunda gitmek zorundasın, bizim de çok cenazemiz var, yaralımız var, senin de çok yaralın var, anlaşalım, cenazeni sana vereyim” dedi.

Ozan kısaca “ne istiyorsun” diye sordu.

Şimşek ne istediğini anlattı...

“Gidiş yolunuz üzerinde Armut Boğazı var, buradan ayrılırken oradaki ilk çam ağacının altına çuval içinde konserve, ekmek, oksijenli su, tentürdiyot, sağlık bezi bırakacaksın, seni savaşırken gördüm, bırakacağım dersen, inanırız, eğer malzemeyi o ağacın altına bırakırsan, biz de cenazeyi veririz” dedi.

Ozan yine kısaca “nasıl vereceksin” diye sordu.

Teröristin cevabı da kısaydı.

“Sabah saat 9’da tek başına geleceksin, alıp gideceksin!”

Elbette zor bir karardı.

Tuzak olabilirdi.

Ama, şehidin eşini ve çocuklarını düşündü.

“Tamam” dedi.

“Söz mü?” diye sordu Şimşek.

“Söz!”

Sabahı zor etti, saat 9’u gösterince ayağa kalktı, tek başına aşağı doğru yürümeye başladı, bütün gün çarpıştığı teröristlerin arasına silahsız indi.

Şehidimiz sırtüstü yatıyordu.

Yüzü gözü silinmiş, temizlenmiş, hazırlanmıştı, yanında tüfeği, parmağında yüzüğü, her şeyi tamdı.

Kucakladı.

Aldı sırtına...

Etrafına baktı.

Sağdaki soldaki teröristler kayaların arasından ayağa kalkmıştı, Ozan’ı başlarıyla selamladılar, adeta saygı duruşuydu, yürümeye başladı, adım adım yukarıya çıktı.

Grubuyla birlikte oradan ayrıldı.

Yarım saat geçti geçmedi...

Şimşek kod adlı terörist, telsizin mandalına bastı.

“Aldım Ozan, sağol.”

Armut Boğazı’ndaki çam ağacının altında, yiyecek, tentürdiyot, oksijenli su, pamuk dolu çuval vardı.



Ozan...

Levent Göktaş’tı.

Hukuk fakültesi mezunu, işletme masterli, İngilizce, Rusça, Arapça, Kürtçe bilen, üçüncü dan seviyesinde kara kuşaklı, yüksek irtifa paraşütçüsü, derin su dalgıcı, özel kuvvetler şampiyonasında üç defa dünya şampiyonluğu olan, bin 500’e yakın defa sıcak çatışmaya girmiş, üç defa Üstün Cesaret ve Feragat Madalyası almış, albaydı.

 

Bugün bize vatan-bayrak dersi vermeye kalkışan bademler, bu kahraman albayımızı kumpasla Silivri’ye tıktı.

 

“Terör örgütü üyesi olmak”la suçladılar!

21 yıl hapis cezasına çarptırdılar.

5 yıl yatırdılar.

 

Yukarıda okuduğunuz yaşanmış öyküyü, duruşmada anlattı.

Sonra da savcıların hakimlerin suratına haykırdı...

 

“Pkk bile mertçe savaştığımızda bize saygı gösteriyor, ama uyduruk delillerle bizi buraya tıkanlar ve sizler, saygı göstermiyorsunuz” dedi.



Savaşın bile ahlakı vardır.

Savaşta bile saygı vardır.

Üç bin yıllık töremiz var bizim...

Mert olacaksın.



Covid movid palavralarıyla, Selahattin Demirtaş’ın kızlarıyla görüşmesine engel olmak, hukuka da, ahlaka da, bu millete de yakışan bir davranış değildir.



Hapisteki bir babanın evlatlarıyla kucaklaşmasına engel olmak, babaya kestiğin faturayı hiçbir günahı olmayan evlatlara ödetmek, suç ve ceza kavramlarıyla izah edilemez.

Alenen işkencedir.
-----------------------------------------------------

Barış’tan mektup var


Varlığıyla onur duyduğumuz albay Levent Göktaş’ın iftirayla hapiste bulunduğu dönemde, gazetecilik mesleğinin yüzakı Barış Pehlivan da Silivri’de tutukluydu.



Barış sırf namuslu gazetecilik yaptığı için, sırf kalemini satmadığı için, bugün yine benzer bir iftirayla yine Silivri’de!



Ve, siz değerli okurlara iletilmek üzere bana mektup gönderdi.

“Biliyorsunuz değil mi, neden tutukluyum?” diye soruyor...



Biliyorsunuz değil mi, neden tutukluyum?

Sırtımda cezaevi çantamla ve kendi ayağımla ifade vermeye giden ben, ‘kaçma şüphesi’yle tutukluyum.

 

Dava dosyasına giren tek bir haberden dolayı yargılanırken, ‘delilleri karartacağım’ şüphesiyle tutukluyum.

 

Son infaz düzenlemesiyle altı yıl hapis cezasının daha hiç yatarının kalmamasına rağmen, tutukluyum.

 

Evet, tüm bunlar gösteriyor ki, aslında bir haberden dolayı değil, tüm habercilik hayatımdan dolayı tutukluyum.

 

Yani fiil değil, fail hedef alındığı için tutukluyum.

 

Ve şimdi, 9 Eylül’de Çağlayan Adliyesi’nde duruşmam var.

O gün tam 187 gün olacak, tecritte geçen.

Hem onurlu bir özgürlük, hem de kalemin namusuna sahip olmak için orada olacağım.

 

Ya siz?

 

Silivri’den selamlar.

Barış Pehlivan