Dünyada virüse karşı konut kredisi veren tek ülke olduk iyi mi.



Ne önlem aldınız diyoruz?

“Peşinatı azalttık” diyor.



Hem evden çıkmayın diyor.

Hem uçak biletlerindeki kdv’yi yüzde 18’den yüzde 1’e indiriyor.

Oturma odasından mutfağa mı uçacağız?



Kabe bile kapatıldı.

Hâlâ “duayla aşacağız” önerisinde bulunuyor.



“Avrupa ülkeleri vatandaşını başından savarak, sahipsiz bıraktı, Türkiye ise son 17 yılda gerçekleştirdiğimiz büyük dönüşüm sayesinde hamdolsun en hazırlıklı şekilde yakalandı” diyor.



Peki, son 17 yılda gerçekleştirdiğimiz büyük dönüşüm sayesinde, vatandaşımıza sahip çıkmak için nasıl bir hazırlık yaptık?

“Yaşlılarımıza kolonya dağıtacağız” diyor.



Üstelik... Virüse karşı bu önlemler paketini açıklarken, altını çize çize tekrar ediyor, “Bilim Kurulu’nun önerisiyle” diyor.



Bilim Kurulu’nda Türkiye’nin saygın üniversitelerine mensup, saygın biliminsanlarımız var, hepsi birbirinden değerli profesörlerimiz var.

Şimdi ben buradan soruyorum...

“Yaşlılara kolonya verin gitsin” önerisi, 82 milyon yurttaşın hayatının sorumluluğunu üstlenmiş olan Bilim Kurulu’nun önerisi midir?



Tıp biliminin önlemi “dua” mıdır?

Yoksa, mikrobiyoloji, viroloji, farmakoloji profesörlerinden oluşan Bilim Kurulu’na ilahiyat profesörü mü monte ettiler?



Çünkü...



Her şeyi en iyi kendisinin bildiğini düşünen, hiçbir konuda hiç kimseye danışmayan Akp zihniyeti, daha önce ne heyeti kurmuştu?

Akiller heyeti kurmuştu.

Kendi günahlarına, günah keçisi arıyorlardı.

Akilleri buldular.

Şehir şehir dolaştırdılar, milleti kandırmak, milleti yalanlara inandırmak için bunları konuşturdular.

Hepsini televizyonlara çıkarttılar, ekran ekran gezdirdiler.

Hangi kanalı açsak, akiller vardı.

Akp borazanıydılar.

Akp ne istiyorsa, onu söylediler.

Akp adına millete garanti verdiler.

Akp’ye kefil oldular.

Milleti ikna etmek için Akp’nin figüranı oldular, maşası oldular.



Netice?

Akiller bugün insan içine çıkamıyor.

“Ailem bile beni vatana ihanetle suçluyor” diye ağlayan var.

“Akrabalarım benimle artık telefonda bile görüşmüyor” diyen var.

“Hepimizi kullandılar, akil falan değildik, aklımızı kullanmıyorduk, konu mankeniydik” diye itiraf eden var.



Üzülerek hatırlatmak isterim ki...

Açılımın akiller heyeti neyse, virüsün Bilim Kurulu odur.



Bilim Kurulu’nu oluşturan saygın profesörlerimiz, kendilerine mutlaka sormalıdır...

Son 17 yılda, özellikle sağlık konusunda hiç kimseye danışmayan, Türk Tabipler Birliği başta olmak üzere, saygın biliminsanlarının uyarılarına kulak tıkayan, duymazdan gelen, hatta hakaret ederek karşılık veren, hastaneye “dükkan” hastaya “müşteri” gözüyle bakan, şehir hastaneleri saçmalığıyla yandaş müteahhitlerin cebine garanti para koyan, her dört sağlık çalışanından birini taşeron haline getiren, eczacılara işportacı muamelesi yapan, aşı üreten Hıfzısıhha Enstitüsü’nü kapatan, SSK’nın ilaç fabrikasını kapatan, askeri ilaç fabrikasını imha eden, yerli ilaç fabrikalarının kapılarına kilit vuran, ilaç fabrikalarının arazilerine alışveriş merkezleri diken zihniyet... Şimdi neden bizi toplayıp Bilim Kurulu oluşturdu?



Sıkıştıklarında “bizim suçumuz kusurumuz yok, bilim kurulu ne dediyse onu yaptık” diyeceklerinden, herkesin emin olması lazım.



Politikacıya asla inanmayan, bilim’e inanan bir yurttaş olarak, Bilim Kurulu’na yalvarıyorum...

Gerçek kayıp sayımız, gerçek hasta sayımız, test kiti gerçeğimiz, karantina konusundaki gerçek düşünceleriniz, gerekirse Merkez Bankasını ortaya koyup, acilen atılması gereken tıbbi adımlar neler?



Siz, koltuğunu korumaya çalışan politikacı değilsiniz.

82 milyonun hayatını korumakla sorumlu biliminsanısınız...

Lütfen çıkın, milletin başına gelenleri bütün çıplaklığıyla millete anlatın.



“Gazetelerdeki resmi ilanları okumayı severim.

Zira, haber saklıdır onlarda.

Yine öyle bir andı...

Cezaevindeydim, gözüme çarptı, ilandaki o isim.

İnsan kendisinin üzerine beton dökmeye çalışanları unutur mu?

Ben unutmadım hiç.

Gazetedeki isim onlardan biriydi; hakim Resul Çakır’dı.

Hakimler ve Savcılar Kurulu, çoktan firar etmiş hakim Çakır’ı arıyordu.

İlanda “senin verdiğin kararlar yüzünden tazminat ödüyoruz devlet olarak, anladık gelmiyorsun, ama bari yazılı savunma gönder” deniyordu özetle... Adresine “meçhul” yazarak, gazete ilanıyla hakim Çakır’a sesleniyorlardı.

Cezaevindeydim.

Öfkeyle gülmek nedir, o an bildim.

★★★

Yazdım, içeri girdim, içeride yazdım, dışarı çıktım, dışarıda yazdım.

Bundandır ki; bir daha bizi haber yüzünden içeri sokmazlar herhalde, diyordum.

Aldığımız tehditlere bakarak, suikast teşebbüsü olur, diye düşünüyordum.

Yanıldığıma sevinmeli miydim?

★★★

Resul Çakır bundan 9 yıl önceki Odatv davasının ilk mahkeme başkanıydı.

O ilk duruşmada bir sanığın sandalyesi boştu: MİT Asya Bölgesi Başmüşaviri Kaşif Kozinoğlu.

Hakim Çakır istese, ölmeden Kozinoğlu’nu cezaevinden çıkarabilirdi.

Tabutunu çıkarmayı tercih etti.

MİT’in efsanelerle anlatılan ismi, kendisini savunamadan çok şüpheli bir şekilde Silivri’de hayatını kaybetmişti.

Hiç tanımamıştım.

Fethullahçılar önce virüslü maille, yetmeyip evime ve ofisime gizlice girerek, MİT belgeleri yerleştirmişti.

Böylece Kozinoğlu ile aramızda bağ kuracaklardı.

O belgelerle ilgimizin olmadığı kanıtlandı, beraat ettim.

Gel gör ki, devlet o büyük yalanla Silivri’de kaldığım 19 ayı bugün halen bana borçlu.

Şuraya geleceğim:

O gün bilgisayarıma MİT’in MGK’ya sunduğu gizli raporu soktular.

MİT mensuplarına halen okutulan 183 sayfalık gizli ders kitabını yerleştirdiler.

Tarikatlar arasındaki kavgalara dair gizli istihbarat belgesini koydular.

Ve, o kumpastan 9 yıl sonra yine Silivri’de olan ben, bugün bile kimin evime ve ofisime gizlice girdiğini bilmiyorum.

Şikayetçi oldum, soruşturan yok.

Çok umurlarında ya MİT... Biri çıkıp sormaz mı; yahu kim çaldı bu belgeleri, kim ifşa etti?

Ne safım.

O gün Kozinoğlu’na küfredip, cenazesindeki MİT mensuplarına canlı yayın yapanlar, şimdi beni MİT şehidinin cenazesini haber yaptım diye hapiste tutuyor.

★★★

Tecritteyim, evet.

Ama yalnız değilim.

Baksanıza, küçücük avlumun dört bir köşesinde yuvalar var.

İnsan cezaevinde kuş sesiyle gözünü açar mı?

Kimse farkında değil, beni her sabah onlar uyandırıyor.

Ve galiba, kuşlara dikenli teller batmıyor.

★★★

Aldous Huxley demiş; “Tarihten alınması gereken önemli ders, insanların tarihten pek fazla ders almadıklarıdır.”

Mıh gibi aklımda tutuyorum: Firari savcılar Zekeriya Öz ve Cihan Kansız, beni “hükümete karşı şehit cenazesi haberi yapmakla” suçlamıştı.

Yazarken utanıyorum; “Şemdinli’de 11 asker şehit, 11 asker yaralı”, “Karakola saldırı: 4 şehit” başlıklı haberimizi suç saymışlardı.

Şimdi onların izinden gidenlere, 9 yıl sonra yine şehit haberi yapmanın suç olmadığını anlatacağım.

Bilmezler mi: İlk yayımlayan, yayan, açıklayan biz değiliz.

Görmezler mi: Eğer biz suçluysak, ne devlette adam ne de dışarıda gazeteci kalır, hapse girmeyen.

Unutulur mu: Yazdıkları iddianamelerde MİT mensuplarının tüm bilgilerini deşifre eden savcılar ve o iddianamelerle yargılama yapan hakimler, kendi işledikleri suçla beni içeride tutuyor.

★★★

Cezaevi kantini, keskin ucunu kesip de verir bıçağı koğuşa.

Kimseye zarar vermeyelim, diyedir.

Halbuki güç kalemdedir.

Şimdi elimde kalem, cezaevi duvarlarına sürüyorum ucunu.

Sihir gibi, keskinleşiyor.

Barış Pehlivan

9 No’lu Silivri Kapalı Cezaevi İnfaz Kurumu

C3 Blok 20 No’lu Koğuş”



Evet...

Türkiye’nin en namuslu gazetecilerinden Barış Pehlivan’ın, siz değerli okurlarımıza iletilmesi için, bana gönderdiği mektup bu.



Barış Pehlivan, Barış Terkoğlu, Hülya Kılınç, Murat Ağırel gibi, onur duyduğumuz arkadaşları Silivri’de “karantina”da tutuyorlar.

Maskelemeye çalışıyorlar.

Onlardan herkesin uzak durmasını sağlamaya çalışıyorlar.



Yok öyle.



Bu arkadaşlar özgürlüklerine kavuşana kadar, bu köşe, onların...

Bu köşe kapanırsa, eminim yine bu gazetede bir başkası ardına kadar açar.



Çünkü, Türkiye’nin bünyesine giren virüsleri temizlemenin tek yolu, namuslu gazetecilerin özgür kalemidir.

Gerçek haber kadar etkili bir dezenfektan, henüz icat edilmemiştir.