AKP-MHP işbirliği ile kurulan yeni yönetim sistemi “kişi kültüne” dayanıyor; “Türk tipi Başkanlık” diye propagandası yapılan bu sistemde, Cumhurbaşkanlığı makamı neredeyse tek yetkili unsur haline getirilmiş halde.

Dolayısıyla iç politikada da, dış politika da bu “tek kişinin” idealleri, “davası”, değer yargıları ya da düşmanlıkları, sanki “tüm milletinmiş” gibi bir atmosfer yaratılıyor.

Bu yaratılan atmosfere karşı çıkan, yönetime hakim olan unsurun değer yargılarına uymayan, inançlarını ya da düşmanlarını paylaşmayanlar ise, ya vatan haini, ya da terörist damgasını yemekten kurtulamıyor.

"KİŞİ KÜLTÜ" DIŞ POLİTİKAYI VURDU

Yönetim kişiselleştikçe, dış politika da kimi zaman dost, kimi zaman düşman görülen “kişiler” üzerinden yürütülmeye yöneliyor;
ABD’de mesela; AKP hükümeti tüm dış politikasını Başkan Trump üzerinden yürütmeye çalışıyor.

ABD’nin bir demokrasi olduğu, Kasım’daki seçimde Trump’ın kaybedebileceği hiç hesaplanmadan, tüm “yumurtalar”, Trump’ın sepetine yerleştiriliyor.

“Düşmanlık” da “kişi kültü” üzerinden yürüyor; AKP yöneticilerinin “kardeş” gördüğü Müslüman Kardeşler hareketinin zaferleri ya da yenilgileri, Türk dış politikasında da belirleyici oluyor.

Dış politikada “düşman ya da dost” olmadığı, sadece ülke çıkarlarının olduğu unutulup; Mısır’da Sisi darbe yapıp Müslüman Kardeşler’i yönetimden indirdiğinde, ya da Esad Müslüman Kardeşlere kendi hükümetinde yer vermediğinde, “Türkiye düşmanı” haline getiriliveriyor.

LİBYA’DA DARBE SÖYLENTİSİ; AKP’NİN DESTEKLEDİĞİ İÇİŞLERİ BAKANI GÖREVDEN ALINDI

Aynı durum Libya’da da yaşanıyor; Libya iç savaşında ABD’den Rusya’ya, İtalya’dan Fransa’ya kadar tüm ülkeler her iki tarafla da bir şekilde ilişki kurarken, AKP hükümeti “yumurtalarını” yine tek bir tarafın sepetine koydu: Trablus’daki Sarraç hükümeti desteklenirken, karşı taraftaki savaş baronu Halife Hafter “düşman” ilan edildi.

Başlangıçta iyi gibi giden AKP’nin Libya seferi, iş Libya’nın asıl petrol zengini bölgelerinin kontrolüne gelince -tıpkı Suriye’de olduğu gibi- Rusya’ya, Fransa’ya, Arap dünyasına takıldı.

İşin kötüsü, AKP’nin Trablus’ta desteklediği hükümet de kendi içinde birbirine girdi. AKP’lilerin Libya’daki en büyük işbirlikçilerinden olan, Müslüman Kardeşler bağlantılı olduğu yazılıp çizilen İçişleri Bakanı Başağa, bizzat Sarraç tarafından, hem de Türkiye’de AKP’lilerle görüşmeler yaparken görevden alındı.

Sarraç görevden alma için resmi gerekçe olarak Trablus’taki sokak gösterilerine yönelik sert müdahaleleri gösterse de, Arap basını kararın ardında Başağa’nın “darbe” yapıp, Sarraç’ın yerine geçme planlarının olduğu bilgisini yaydı.

Yine Arap basını Sarraç’ın istihbaratını aldığı bu darbe girişimi nedeniyle Türkiye’ye planladığı çalışma ziyaretini de tek taraflı iptal ettiğini de duyurdu.

Türkiye’den Libya’ya dönen Başağa ise, güçlü olduğu Misrata kentinde destekçisi silahlı milisler tarafından oluşturulan konvoylarla, “Başkan” sloganlarıyla karşılandı.

Şu anda, AKP hükümetinin desteklediği Sarraç hükümeti tam ortadan ikiye bölünmüş durumda; Trablus’ta Sarraç, Misrata’ta ise Başağa güçlü görünüyor.

Tüm bunların üzerine uluslararası basında da Sarraç’ın önümüzdeki dönemde, Libya iç savaşında AKP’nin tam karşısında duran Fransa’ya resmi ziyarette bulunacağını dair yazılar çıkmaya başladı.

Trablus hükümeti içindeki bu güç savaşının kim tarafından kazanılacağı, AKP hükümetinin Libya seferinin kaderini de etkileyecek.

SARRAÇ HÜKÜMETİ TÜRKİYE İLE ANLAŞMADAN ÇEKİLİR Mİ?

Libya hükümeti içindeki AKP’ye en yakın duran isimleri çemberin dışına çıkaran Sarraç’ın önümüzdeki dönemde Fransa/Rusya/Mısır’ın kayığına binmesi çok da şaşırtıcı olmaz.

AKP hükümeti, Libya konusunda da -hemen her konuda olduğu gibi- hukukun kenarından dolanmış, Libya ile imzalanan deniz egemenlik alanı sınırlama anlaşmasını “mutabakat zaptı” olarak imzalamıştı.

O dönemde anlaşmanın “mutabakat zaptı” olarak imzalanması, Libya’nın “diğer tarafında” kalan Meclisinin onayından kaçırmak için “çok kurnazca bir yol” gibi görünmüştü.

Ancak parlamento onayı olmadan, sadece hükümetin imzaladığı “mutabakat zaptı”, yine bir hükümet kararıyla geri alınabilir. AKP hükümetinin etkisinden kendisini sıyırmaya çalışan Sarraç’ın bu yönde bir karar alıp, hep mutabakat zaptını geçersiz kılması, hem de Türkiye ile olan tüm askeri anlaşmaları iptal etmesi mümkün.

Yani Libya’da “meşru hükümete destek” diye çıkılan yolda, bizzat “meşru hükümet” tarafından ülkeden ayrılmaya zorlanmak olasılığı giderek artıyor.

SURİYE’DE RUS KAZIĞI

AKP dış politikada “arka kapıları”/ “yandan girişleri” zorlar da, başkaları durur mu?

Suriye’de PKK terör örgütü bağlantılı PYD/YPG de, Suriye’nin geleceğini belirleyecek olan Anayasa görüşmelerine “yandan/arka kapıdan” girmeye çalışıyor. Üstelik bu çaba, Erdoğan’ın “dostum” dediği Putin Rusya’sı üzerinden yürüyor.

PYD/YPG’ye bağlı “Suriye demokratik Meclisi” adlı oluşumdan bir heyet, bu hafta gizli saklı Moskova’ya gidip, Suriye Anayasa görüşmelerine “muhalif heyet” kontenjanından katılan bir grupla “işbirliği mutabakatı” imzaladı.

PYD/YPG heyetinin Rusya’da mutabakat imzaladığı Suriye Değişim ve Özgürlük için Halk Cephesi adlı grup, Suriye muhalefetinin “Moskova grubu” olarak anılıyor.

Bu grup Cenevre’deki Suriye Anayasa görüşmelerinde “koltuk” sahibi. Şimdi bu koltuğa, dolaylı yoldan PYD-YPG de dahil ediliyor. Üstelik tüm bunlar Rusya’nın bilgisi ve onayı dahilinde yürüyor.

İşin ilginci, Moskova’da bu imzalar atılırken, ABD’nin Suriye temsilcisi James Jeffrey de Ankara’ya gelip, Washington’un tırlarla silah mühimmat verdiği PYD-YPG için kulis yapıyor.

Rusya ve ABD’nin Suriye’de üzerinde uzlaştığı tek şey, PYD-YPG hamiliği gibi görünüyor.

AKDENİZ’DE “DEĞERSİZ YALNIZLIK”

AKP hükümetinin “kişi kültü” üzerinden kotarmaya çalıştığı bu dış politikanın Türkiye’yi içine soktuğu bir başka çıkmaz ise gerçek milli dava olan Ege’de, Doğu Akdeniz’de yaşanıyor.

“Müslüman Kardeşler hükümetini devirdi” diye düşman ilan edilen Sisi, 2003’ten bu yana direndiği Yunanistan’la deniz yetki anlaşmasını, bu yaz imzalayıverdi.

AKP öncesinde Ege ve Akdeniz’de Rum-Yunan ikilisinin oluşturduğu cephe, AKP’nin bol hamaset içeren dış politika söylemi sayesinde artık içine ABD’yi, AB’yi, Mısır ve Birleşik Arap Emirliklerini, İsrail ve Fransa’yı da dahil ederek “dünya koalisyonu” haline gelmiş durumda.

AKP hükümeti o kadar sıkışmış durumda ki, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir dönem “hezimettir” dediği Lozan antlaşmasından medet umar hale geldi.

İçerde 30 Ağustos zaferi için millete kutlama yasağı getiren AKP hükümeti, dışarıya o zafer sonunda imzalanan Lozan Antlaşması’yla Ege’de haklılığını kanıtlamaya çalışıyor bu günlerde.

Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay çıkıp, Erdoğan’ın “hezimet” dediği Lozan Antlaşmasına sığınıp, "Lozan'da [Yunanistan'ın kara sularını] çizmişler zaten, 3 mil. Şimdi 'Onunla da yetinmem.' diyor. Ne yapacaksın? '12 mile çıkaracağım.' Bu savaş sebebi olmayacak da ne olacak?" açıklaması yapıyor.

Atatürk’ün 100 yıl önce gördüğünü AKP daha yeni anlıyor. Anlıyor ama, iktidarı kaybetmemek için anlamamazlıktan geliyor. Olan Türkiye’ye oluyor...