Yandaşlara bakarsanız, AKP hükümeti dış politikada “başarıdan başarıya” koşuyor.

Suriye’de Mehmetçik ve bağlı güçler tarafından kontrol edilen bölgeler;

Libya’da Müslüman Kardeşler bağlantılı Trablus hükümetine verilen askeri destekle, Sarraç güçlerinin kontrol ettikleri alanı genişletmeleri;

Bir de üzerine bol bol siyasi hamaset.

Daha ne olsun?

Ama işin bir de “bedel” boyutu var.

Suriye’de çıkan iç savaş Türkiye’ye, bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamalarıyla sarih, -geçen yılın rakamlarıyla- 40 milyar dolara mal oldu. Bu para sadece, Türkiye’ye kaçan yaklaşık 4 milyon Suriyeli için harcanan para. Mehmetçiğin Suriye operasyonları için harcanan -ne kadar olduğu hamasi nutuklara boğulup, hiç açıklanmayan- paralar buna dahil değil.

Bir de bedeli ölçülemeyecek, can kayıplarımız var;  Yine sayısını tam olarak bilemediğimiz yüzlerce şehit, çok daha fazla yaralı.

Peki AKP’nin -gerekçelerini hamaset içine yedirip- yaptığı Suriye ve Libya operasyonlarının Türkiye’ye kazanımları ne?
Suriye’nin kuzeyinde “terörden arındırılmış bölge” dediler; Olmadı. Suriye’nin kuzeyindeki PKK terör örgütü uzantısı şimdilerde sanki bir “devletçikmiş” gibi ABD şirketlerine petrol ihaleleri verecek hale dönüştü. (AKP hükümeti ne yaptı? Esefle kınadı) Libya’da Sarraç hükümetinin tüm ülkeyi kontrol etmesi sağlanacaktı; Olmadı. Türkiye destekli operasyon Sirte’ye gelince durdu. Mısır-Rusya-Fransa-Birleşik Arap Emirlikleri cephesine takıldı. Libya’daki petrol zengini bölgeler, karşı cepheye kaldı. Sarraç hükümetinin kontrolündeki kuru kalabalık, tamtakır Hazine ve çorak araziler ise Türkiye’ye.
Bir de “görünmeyen bedel” var;

* AKP’nin neo-Osmanlıcı hevesleri nedeniyle çıktığı askeri maceralar, tüm Arap coğrafyasında - 2 milyon nüfuslu küçük Katar hariç(Katarlılar zaten AKP’nin sağladığı toprak satın alma kolaylıkları, karlı özelleştirme ihaleleri ve Kanal İstanbul projesindeki ballı imar geçişleri nedeniyle hep Türk vatandaşlarından daha kazançlılar)- nesiller sürecek Türkiye düşmanlığını ateşledi.

* Suriye ve Libya’nın yeniden inşasında Türk şirketlerinin oynayabileceği olası roller hayal haline geldi. (Suriye’nin en uzun sınırlı komşusu olmasına rağmen Türkiye’ye Esad yönetiminin herhangi bir inşa süreci ihalesi vermesi mümkün değil. Buna bir de, Batılıların tıpkı Irak’ta yaptıkları gibi, inşa sürecinin finansmanını zengin Araplara yıkmasını ekleyin. Ne Suudiler’in, ne de BAE’nin ödeyecekleri projelere taşeron olarak bile Türkleri dahil etmeyecekleri gün gibi aşikar.)

* Türkiye’nin dahil olabileceği tüm enerji projeleri, Rusya ve Çin tarafından adeta “kapışıldı” bile. Çinliler Suriye’ye 2 milyar dolar yatırım yapıp, daha savaş bitmeden Suriye’nin pekçok elektrik üretim/dağıtım ayrıcalığını kaptılar. rusya ise Suriye’ye askeri olarak yatırım yapıp, çok daha büyük oynadı; Hem içerdeki elektrik üretim ihalelerini, hem Akdeniz’de Suriye’nin payına düşebilecek petrol/doğalgaz arama ihalelerini aldı. ABD ise, yaklaşık 150 askerle Suriye’nin PKK uzantısı PYD-YPG kontrolündeki bölgelerde bulunan en zengin petrol yataklarını işletme hakkını elde etti.

Libya desek; petrol sahaları Rusya ve Fransa tarafından paylaşıldı bile. AKP hükümeti Sarraç hükümetinden, Libya’nın Türk müteahhitlere olan geçmiş borçlarını isteyebilir elbet. Sarraç hükümeti de ödeyecektir mutlaka, ama para nerde?
Sarraç hükümeti ile yapılan deniz sınırlarını çizme anlaşması ise -anlaşma bile değil, Tobruk’taki Libya parlamentosunu by-pass etmek için mutabakat muhtırası- kağıt üzerinde kalacak gibi.

Geldiğimiz nokta şu;

“Başarıdan başarıya” koşan AKP dış politikası sayesinde;

Türk milleti olarak çok harcadık, çok öldük, çok düşman edindik.

ABD, Rusya, Çin ise kazandılar...