Aklı koruma” tümeliyle ilgili bahsi şu tespitle bitirelim: Dinin uygulama şekilleri din değildir; çünkü araya insanın bilgisi, görgüsü, kabiliyeti girmektedir ve uygulamalar kültürden kültüre değişir. Değişmeyecek olan, dinin kaynağının her dönemin insanı tarafından yorumlanabileceğidir; dolaylı vahiy (Kur’an) ile doğrudan vahyin (aklın) ilişkisi ancak bu şekilde gerçekleşir; zira akıl Allah’ın yeryüzündeki terazisidir. M. Akif’in, “doğrudan doğruya Kur’an’dan alıp ilhamı/Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı” ile M. İkbal’in “Kur’an’ı sana yeni iniyormuş gibi oku” sözlerindeki espri budur.

CANI KORUMA TÜMELİ

Hayat felsefemizi oluşturması gereken ikinci tümelimiz (yazı dizimizde aklı öne çektik ama sıralamada canı korumak ilk sıradadır) “canı muhafaza” ilkesidir. Amaçsal okumayı (makâsıd) sağlayacak olan beş tümelin dördü de (akıl, nesil, mal ve din) can söz konusu olduğunda “canı koruma” ilkesine tabi olur; yasaklar ve emirler (dini ya da örfi) dikkate alınmaz. Örneğin insan, zorda kaldığı takdirde domuz eti, murdar et tüketebilir. (Nahl/115)

Tüm varlığı yaratan Yüce Allah’tır ve O’nun her yarattığı kendi varlığına ayet (delil) teşkil eder. İnansın-inanmasın, o dinden, bu ırktan, şu cinsten olsun, her can Tanrı’nın eseridir. Meşru müdafaa hariç, hiç kimsenin herhangi bir cana müdahale yetkisi yoktur. Bir canı öldürmeyi tüm insanları öldürmek olarak kabul eden, bir canı kurtarmayı ise tüm insanların hayatını kurtarmak olarak gören (Maide/32) ilke koyucu ayet dikkate alınmadan diğer ayetler yorumlanamaz. “Canı koruma” tümeli; dini-diyaneti siyasetten; iktidar oyunlarından, ideolojik kavgalardan, çıkar ilişkilerinden ve dini şartlanmışlıklardan; bağımsız bir yorum imkânı sağlar. Dolayısıyla tekfir, ötekileştirme, düşmanlık gibi kavramlar, “canı muhafaza” tümeli dikkate alındığında İslam ile yan yana gelemez.

HER İNSAN AYETTİR

Cana hürmet varlığa hürmettir. Cana hürmet sahibine hürmettir. İnsanın yaratılışı Allah’ın en büyük ayetidir, cana hürmet ayete/delile hürmettir. “Ayet” insandan mı ibarettir? İşittiğimiz kuş sesinde, dokunduğumuz kedi-köpekte, kokladığımız çiçekte daima diri olan, her şeye hayat veren (El-Hayy) vardır. Can hayatın sesidir, tüm varlık bu sesin şahitliğini yapar (Hadid/1) ve dağ-taş dahi bu hisseden payını alır: “Öyle kayalar vardır ki, içinden nehirler fışkırır, yine öyle kayalar vardır ki, yarılıp bağrından su çıkar. Yine öyleleri vardır ki, haşyetinden harekete geçer.” Varlığın bir enerji olduğunu ve birbiriyle iletişim içindeki ilişkilerini düşündüğümüzde, insanın her varlığa nasıl bir tavır içinde olması gerektiği ortaya çıkar; demem o ki, Kur’an’ın halife ve emanet kavramları ile “canı muhafaza” tümeli yan yana gelmiyorsa, İslam’ın işaret ettiği ahlak sistemi çöker. Hz. Muhammed’in “sana nasıl davranılmasını istiyorsan öyle davran” prensibi “canı muhafaza” tümelinin ahlaki yorumudur.

Dolayısıyla bir Müslüman:

-Hiçbir insanı incitemez.

-Hiçbir insanı katledemez.

-Hiçbir insanın onuruna halel getiremez.

-Hiçbir canın hukukunu yok sayamaz.

Bu kişi benim partimden değil, o Alevi, bu Sünni, şu ateist, o deist deyip ayrımcılık yapamaz hele adaleti hiç çiğneyemez; her haksızlık Allah’ın ayetini (canı) çiğnemektir. Nerede o Müslüman dediğinizi duyar gibiyim; Mehmet Akif cevabı vermiş: “Kaç hakiki Müslüman gördüm ise makberdedir!” Devam edeceğiz efendim.