Salgın kısıtlamalarından en ağır etkilenen yeme-içme ve eğlence sektörü, “yeni normalleşme” açıklamalarından sonra tam bir hayal kırıklığı yaşıyor.

Sokağa çıkma yasağının 21.00’den 22.00’ye çekilmesine kimse bir anlam veremiyor. Çünkü bu uygulama, özellikle restoranla­rın işine hiç yaramadı.

Denebilir ki, “Salgınla mü­cadele ediliyor. Dolayısıyla insanların bir araya gelmesi sorun”.

Peki insanların saat 21.00’e kadar bir araya gelmesi sorun değil de o saatten sonrası mı sorun?

Sanatçılar ve müzisyenler açlığın, eğlence mekanları ise iflasın eşiğinde. Ülkenin en ünlü sesleri, en değerli sanatçıları aylardır para kazanamıyor. Sadece onlar mı? Hayatını bu sektörden kazanan bulaşıkçısından güvenlik­çisine kadar milyonlarca kişi açlığa mahkum oldu.

Birçok kişinin düşündüğünü, SÖZCÜ TV canlı yayınında konuk ettiğim MÜYOBİR Başkanı, sanatçı Burhan Şeşen, “Tüm bu uygulamaların artık yaşam tarzını yasaklamak için yapıl­dığına inanıyorum” diyerek dile getirdi.

Sadece o mu? Bu zamana kadar birçok eğlence mekanı markası yaratan İzzet Çapa da aynı görüş­te ve isyan ediyor: “Gerçekten içkiyi yasaklamak ve yaşam tarzına müdahale etmek için yapılıyorsa, çıkın bunu açık açık söyleyin. Mekanları 21.00’de kapamanın mantığı­nı birileri açıklamalı”.

Birçok bilim insanı ile konuştum, onlar da 22.00’den sonrasına sokak yasağı getirmenin hiçbir bilimsel açıklaması olmadığın söylüyor.

ABD’de görev yapan ve gerçek­ten alanında dünya çapında bir isim olan immünoloji uzmanı Prof. Dr. Derya Unutmaz şöyle diyor: “Ülkemizde pazar günü akşam 21.00’den sonra devam eden sokağa çıkma yasağına ben anlam veremiyorum. Bulaşma riskinin en düşük olduğu açık havaya çıkmak neden yasak­tır? İnsanlar bu kadar sıkıntı içindeyken... Bilim kurulu bu tavsiyede bulunduysa hangi bilimsel verilerle bu tavsiyede bulundu?”

İçki yasak. Sokağa çıkmak yasak. Eğlence yerleri yasak. Yasak yasak yasak.

Ama…

Parti toplantıları serbest. AK Partililerin bir arada eğlen­meleri serbest. AVM’lere giriş serbest. Kalabalık kapalı me­kanlara giriş çıkış serbest.

O zaman ben de merak ediyorum, amaç gerçekten salgınla mücadele mi yoksa yaşam tarzına müdahale mi?

Bu sorunun yanıtı evetse de hayırsa da birisi çıkıp açık açık söylesin ki biz de bilelim.

CHP’nin adayı ve sonrası


Muhalefet her fırsatta erken seçim isteğini dile getiriyor. İktidar ise ısrarla seçimlerin zamanında olacağını söylüyor. Anka­ra’da hava ise 2022 son­baharında erken seçim olacağı yönünde. Bence bu tarih 2022 Nisan’a da çekilebilir. Duyum değil, tahmin sadece.

En çok merak edilen konu da Millet İttifa­kı’nın adayının kim olacağı. Bugünden bakıldığında, ittifakın tüm bileşenleri ilk turda kendi adaylarını çıkaracak gibi görünüyor.



CHP’de ise İmamoğlu ve Mansur Yavaş’ın adaylığı çok konuşuldu. Tüm kamuoyu yok­lamalarında İmamoğlu ve Yavaş, Erdoğan’ı geride bırakan iki isim olarak öne çıkıyor. Ancak buna rağmen parti içinde, “25 yıl sonra kazandığımız İstanbul ve Ankara’yı, AKP’ye bıra­karak bu seçime gidemeyiz” görüşü hakim. Doğrusu haklı bir kaygı.

Yine parti içi kulislerine göre, muhafazakar tabandan geldiği için avantajlı olduğunu düşünen Hatay Belediye Başkanı Lütfü Savaş da adaylık isteği içinde. Fakat şansının yüksek olmadığı söyleniyor.

Bu durumda Kılıçdaroğlu lider olarak bir iddia ortaya koyu­yor ve zamanı geldiğin­de resmen aday olarak kendini açıklayacak.

Fakat bu CHP için çifte seçim demek. Çünkü “Partili Cum­hurbaşkanı olmaz” diyen Kemal Kılıçda­roğlu genel başkan­lıktan istifa edecek. Üstelik yarışı kaybeder­se geri de dönmeyecek. Yani bu süreç aynı zamanda CHP’nin de başkanlık yarışı.

Eğer süreç gerçekten böyle işlerse Türk siyaseti bir ilk yaşa­yacak.

Ve…

Belki de ilk kez aynı zamanda belediye başkanı olan biri parti genel başkanı olarak siyasi tarihe geçecek.

Elbette, adaylık konuşmak için henüz erken. Fakat CHP kulis­lerinde konuşulan da bu.

Peker’in videolarını ciddiye almak zorundasınız


Siyasi irade sokakta, her köşe başında konuşulan Sedat Peker iddi­alarını “Ciddiye almayın, önem­semeyin” diyor.

Sedat Peker


Siyasi irade, “Önemsemeyin” diyor ama görülüyor ki halk çok önemsiyor. Çünkü sadece son video­su 19 milyon kişi tarafından izlendi. Bu da sadece kendi adıyla açılmış sayfasından.

Diğer YouTu­be sayfalarını, sosyal medya mecralarını say­mıyorum bile.

Üstelik…

Kutlu Adalı cinayeti hakkında söylenenler, savcılık tarafından ciddiye alındı ve dosya raftan indirilerek tekrar incelenmeye başlandı.

Peker’in neyi ne kadar doğru söylediğini biz bilemeyiz. Bunu adalet araştıracak ve hepimiz gerçeği öğreneceğiz.

“Bir mafya liderinin söyledik­lerini ciddiye almamak gerekir” şeklindeki yaklaşımlara da gördüğüm en mantıklı yanıtı, eski Başbakan ve Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu SÖZCÜ TV canlı yayınında verdi.

Davutoğlu, “17-25 Aralık operasyonlarını da yasa dışı yollarla devlet içindeki bir çete yapmıştı. Peki o iddiaları neden ciddiye aldınız da araştırma komisyonu kurdunuz?” diye soruyor.

Vatandaşın milyon milyon izlediği bu iddialar dikkate alınmak zorunda. Yoksa akıllarda milyon milyon soru işaretleri ve şüpheler kala­cak. Bu şüphelerin sandığa yansıma­sı da kaçınılmaz olur.

Yasalar, kurallar, değerler ve ‘Bulu’suzluk özlemi


Sanırım Boğaziçi Üniversitesi’nin hocaları yaptıkları protestolarla dünya akademi tarihine geçmiştir. Çünkü dünyanın hiçbir üniversitesinde, akade­misyenlerin böyle bir direniş, böylesine etkili, tutarlı ve ısrarlı bir protesto eylemi gerçekleştirdiklerini sanmıyorum.

Melih Bulu


Boğaziçili akademisyenler, tüm aka­demik kurallar çiğnenerek yapılan “kayyum rektör” atamasını içlerine sindiremediler. Eylemleri kara, yağmura, çamura, her türlü baskıya rağmen 100 günü geçti.

Aslında Melih Bulu hala bir Boğaziçi mensubu değil, çünkü üniversite senatosu kadrosunu onaylamadı. Zaten Bulu’nun başka bir üniversitede de kadrosu yoktu.

Bu sorunu ‘hülle’ yoluyla aşmak için İstanbul Medeniyet Üniversitesi, profesör alım ilanı verdi. Melih Bulu bu ilana baş­vurarak, kendine kadro aldı. Yani kağıt üzerinde Türkiye’nin en saygın üniversi­tesinin rektörü olan Bulu, profesör olarak başka üniversitede işe girdi.

İkinci aşamada, Melih Bulu’nun kad­rosu Boğaziçi Üniversitesi’ne aktarılacak ve gerçek anlamda rektörlük görevine başlayabilecek.

Bir başka deyişle kanunlar, ku­rallar, teamüller ve akademik ahlak delik deşik edilerek “Prof.” Bulu’ya yol açılmış oldu.

3Y: Yolsuzluk Yapmanın Yolları


Başlığı okuyunca aklınıza 2002 yılında AK Par­ti’nin ilk yola çıktığında kullandığı “Yoksulluk, yolsuzluk ve yasaklarla mücadele” sloganı geldiğini biliyorum.

Fakat artık her geçen gün yolsuzluğun bir baş­ka yolunun uygulandığını görüyoruz.

Bir bakanın kendi bakanlığına, yine kendi şirke­ti üzerinden fahiş fiyatla mal satmasına tanık olduk mesela.

Ekrem İmamoğlu


Fakat 3Y’nin ikisi gündeme geldi. Yolsuzluk normal, soruşturmak yasak.

Son olarak İstanbul Bü­yükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, AK Parti dönemi KİPTAŞ’ında bir arsa alımı hikayesi anlattı ki; şaşırıp kaldık.

Satın alınması için yönetim kurulu kararı çıkarılan arsayı, bir gün önce birileri 11 milyon dolara alıyor, bir gün sonra KİPTAŞ’a 47 milyon dolara satıyor.

Daha acısı ne biliyor musunuz? Kararı alanlar belli, arada arsayı satın alıp 36 milyon dolar fark koyarak KİPTAŞ’a satan belli. İmzalar ortada. Fa­kat İçişleri Bakanlığı bunun soruşturulmasına izin vermiyor. İçler açısı bir durum. Yani yolsuzluk serbest, soruşturma yasak.

Son yirmi yılda ülkede, yolsuzluk yapmanın bin bir yolunu gördük, öğrendik.

Gerçek anlamda hukuk olmayınca, yolsuzluğun soruşturulması da yazılması da konuşulması da yasaklanabilir hale geliyor tabi.

Yoksulluk mu? Olur mu canım öyle şey. Bir lokma bir hırka... Amerika bilem, Av­rupa bilem, uzaylılar bilem bizi kıskanıyor. Cümle alem bize gıpta ediyor. Herkeşler hasetinden çatır çatır çatlıyor.

Soylu’dan beklenen iki açıklama


İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, hakkında iddialar gündeme gelince, kendisi başkaları hakkında ciddi iddiaları dillendirmişti.

Birinci iddiası, “Sedat Peker’den 10 bin dolar maaş alan bir siyasetçi”ydi. Bu ismi belgele­riyle birlikte savcıya sunacağını söyledi ama bunu yapmadı.

Meclis Başkanı Mustafa Şentop da Soylu’dan sözlü ve yazılı olarak bu ismin istendiğini açıkladı. Bu satırlar kaleme alınana kadar Soylu sessizliğini bozmadı. Oysa bir İçişleri Bakanı’nın böyle vahim bir konuda sessiz kalma hakkı yok.

Soylu’nun İkinci iddiası da, “CHP’nin, HDP’ye bakanlık vaat ettiği” yönündeki sözleri. Üstelik “Reddedemezler, çünkü elimde belge var. Reddederlerse açıklarım” dedi.

CHP en üst perdeden bu iddiayı reddetti ama buna da sessiz kaldı. Süleyman Soylu, ya iki önemli iddiasının da belgelerini açıklamalı ya da neden sessiz kaldığını...