Boğaziçi Üniversitesi’nde öğrenci ya da ders veren bir hoca olmayı hayal etmişlerin sayısı çoktur. Öğrenci olmayı ben de hayal etmiştim. Giremedim. En yüksek puanı alan öğrenciler Boğaziçi’nde okuyor ve profesörler, doçentler, öğretim üyeleri ülkenin en iyi akademisyenleri arasına giriyorlar.

Böyle olmamalıydı.

Polis.

Gözaltı.

Evlere baskın.

Üniversite kapısına kelepçe! Boğaziçi, dünyaya; “Öğrenciler tepeden atanan bir rektörü istemediler... Olaylar çıktı... Polis üniversitenin kapısına kelepçe vurdu...” diyen habere konu olmamalıydı. Boğaziçi Üniversitesi’nde temel bilimler; fizik, kimya, biyoloji kürsüleri var. Bu açıdan bakınca “Boğaziçi, Koronavirüs aşısını buldu” diyen bir haberle gururlanmalıydı Türkiye...

★★★

Oxford Üniversitesi aşıyı bulabiliyor; bu başarının altında 200-250 yıldır var olan “akademik özgürlük ile üniversite özerkliği”nin tortuları da, katkıları da kuşkusuz vardır.

Oxford’a rektör atanmıyor.

Hak etmiş.

Ciddiye alacakları.

Ağzına bakacakları.

Dünya ölçüsünde bilimsel makaleler, kitaplar yazmış, görüşleri referans alınan, makalelerine atıf yapılan birilerini bulup, seçimle Oxford’a rektör yapıyorlar. Göreve başlama töreninde de yeni seçilen rektör ne diyecek diye “ağzına bakıyorlar” ve konuşmasını bitirince de alkışlıyorlar.

Bu yapıdan.

Bilimsel buluş çıkıyor.

★★★

Boğaziçi’nde ne oldu?

Rektör seçimle gelmedi.

Partili biri bulundu.

Tepeden atandı.

Öğretim üyeleri de görev teslim töreninde yeni rektör ne diyecek diye “ağzına bakmak” yerine ona arkalarını, sırtlarını, mabatlarını döndüler.

Mabat!

Osmanlıca bir kelime.

Türkçesini ben buraya yazmaya utanırım. Siz sözlükten bakın. Osmanlı’nın devamı bir iktidarım diyorsun. Partili birini üniversiteye tepeden inme rektör diye atıyorsun. Öğretim üyeleri,  rektöre ilk konuşmasını yaparken mabatlarını dönüyorlar.

Bu yapıdan ne çıkar?

Aşı çıkmaz.

Buluş da çıkmaz.

Yenilik de çıkmaz.

İlerleme de çıkmaz.

★★★

Çıka çıka partiye hizmet etmiş, parti liderine “biat etmiş”, kim güçlüyse ona teslim olmuş; “akademik özgürlük ve üniversite özerkliği” gibi değerlerle ilgisi olmayan, bilgiyle, buluşla, bilimle ilgiliymiş gibi görünen bir öğütücü, hazırı yiyici, geriletici, yapı çıkar, çıkıyor. Bugüne kadar iktidarın çeşitli üniversitelere atadığı rektörlere bak; ne dünya ölçüsünde bir makale yazmışlıkları, ne bilimsel değer taşıyan bir kitap yayınları var. Haliyle dünya bilim dünyası da mabadını dönüyor.

Bu çağda!

Partili rektör!

Partiliye iyilik.

Üniversiteye kötülük.

Boğaziçi’ne tepeden indirilen yeni rektör Melih Bulu’ya iyilik yapalım diye çıkılan yolda Boğaziçi’ne büyük kötülük yapıldı. Gazeteciler Melih Bulu, geçmişte ne yapmış diye araştırmaya başladılar; bula bula iktidar partisine seçimlerde destek versin, algı avcılığı yapsın diye “Sanal Akıncılar” adlı bir büyük buluş(!) yaptığını ortaya çıkardılar! Boğaziçi’nin yeni rektörü iktidar partisi AKP’de “psikolojik algı nasıl yaratılır, bunun medya ayağı nasıl oluşturur” dersleri vermiş!

TARİHLE RÖPORTAJ (Unutkanlığa ilaç)



İslamcılık limonunda sıkacak damla kalmadı!


Fikri Sağlar’ın “Türbanlı hakimin karşısına gittiğimde adaleti savunacağı konusunda kuşkum var” sözleri üzerine her kesimden yorumlar yapıldı. Her çizgiden gazete yazarı görüşünü sergiledi. İslamcı olarak bilinen yazarlar da yorumlar yaptılar. Onlardan biri Kemal Öztürk, “İster başörtüsüne siyasi bir anlam yükleyip, Kemalist/laik kesime mesaj gönderin, isterseniz başörtüsüne dini bir anlam yükleyip dindar kesime mesaj gönderin, durum değişmez: Yani başörtüsünden siyaset çıkmaz artık. Bu konu tüketildi” diye yazdı. Diğer İslamcı Yazar Abdurrahman Dilipak ise “Başörtüsü konusu bu gidişle, 2. faz’a geçti... Başörtüsünün cesedi kaldı elimizde...” tespitini yaptı. Bu iki önde gelen İslamcı yazar, “Türkiye’de İslamcılık limonunda sıkacak damla kalmadı” demeye getiriyorlar. Anlayana!