Devletimiz, daha kuruluşundan itibaren uluslararası göçlere ilişkin birtakım hukuki düzenlemeler yapmış; bu yolla ülkemize gelen yabancıların statülerini belirlemeye, hak ve yükümlülüklerini düzenlemeye çalışmıştır. 1934 yılında 2150 sayılı İskan Kanunu, 1950 yılında 5682 sayılı Pasaport Kanunu, 5683 sayılı Yabancıların Türkiye’de İkamet ve Seyahatleri Hakkında Kanunlar kabul edilmiş. 1951 yılında Cenevre’de imzalanan Mültecilerin Hukuki Durumuna Dair Sözleşme ile de uluslararası kuralları iç hukukumuza taşıdık. Avrupa dışından gelen kişileri mülteci saymadık. 2013 yılında İçişleri Bakanlığı’na bağlı “Göç İdaresi Genel Müdürlüğü” kuruldu.

Batı ülkelerini göç akınından korumak için, onların vereceği döviz karşılığında göçmen ithalatı yapıyoruz. (Suriye, İran, Irak, Afganistan, Sudan gibi ülkelerden gelenler.) Bu yanlış politikalarla bir avuç kaçakçı veya rantiyeci zengin edilirken, kendi ülkemizi “Göçmen deposu” durumuna getiriyoruz.

AĞIR YÜK

Türk devletinin milli çıkarları yerine, Arap Baharı veya Afganistan meselesi gibi gayrı milli projeler üzerinden şahsi çıkarların öncelenmesi yüzünden, hem bölgedeki milli varlığımız hem de sosyal yapımız tehlikeye atılıyor. Türk Milleti, adına her ne denilirse denilsin (Sığınmacı, mülteci, muhacir, göçmen...) göçle gelenlerin ağır yükünü sırtında daha fazla taşıyamaz.

Devletimizi yönetme sorumluluğunu siyasi mekanizmalar üzerinden üstlenen kadroların, göç konusundaki sorumsuz davranışlarını kalıcı şekilde engellemenin kestirme yollarını bulmak zorundayız.

Bu konuda yapılacak yeni yasal düzenlemelerde, yasa dışı göçlere göz yuman veya teşvik eden siyasi iktidarların hem yönetici kadrolarının hem de parti üyelerinin bireysel sorumlulukları öne alınmalı.

NELER YAPILMALI?

Kaymakamlığı döneminde 1990-1992 yılları arasında Irak’tan sığınmacı olarak gelen 8 bin civarındaki peşmergeyi barındıran Muş-Yenikent Sığınmacı Kampı’nın mülki idare amirliğini yapan, göç konusunda Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği ile ortak çalışmalar yapan, bu konuda hayli deneyim kazanan emekli mülkiye Başmüfettişi, Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu eski Üyesi Recep Sanal, deneyimlerine de dayanarak özel bir çalışma yaptı. Bunların “Temel ilkeler” olarak dikkate alınmasını ve yasa hükmü haline getirilmesinin yararlı olacağını söyledi. İşte o öneriler:

1- Göç ve Entegrasyon Bakanlığı kurulmalı.

2- Bakanlığın kadroları Güvenlik ve Sosyal Hizmet uzmanlarından oluşmalı.

3- Yasa dışı göçlerle gelen sığınma merkezlerindekiler, en kısa sürede mahkemece kefil olarak belirlenecek Türk vatandaşlarına veya ailelere dağıtılarak teslim edilmeli.

4- Bireysel sığınmacıların her birine veya aile olarak gelenlerden her sığınmacı aileye yetkili mahkemece resen bir Türk ailesi kefil kişi ya da kefil aile olarak görevlendirilmeli.

5- Kefil kişi veya kefil aile, kefil olduğu her kişinin/ailenin her türlü ihtiyacını karşılamaktan (Barınma, beslenme, sağlık, eğitim vb.) ve onun yaratacağı her türlü sorundan (İdari, adli, sosyal, siyasal vb.) sorumlu tutulmalı.

6- Kefil kişi veya kefil ailenin belirlenmesinde, göç olayına sebebiyet veren iktidar partilerinin yöneticileri ile bu partilerin kayıtlı üyeleri esas alınmalı, işin siyasi sorumluluğunu hangi iktidar partisi üstlenmiş ise mali sorumluluğu da o partiyi destekleyenlerce üstlenilmeli.

SINIR BÖLGELERİNE

7- Kefil kişi veya kefil aile, kefaleti altındakilerin her türlü ihtiyacını kendi hayır ve hasenatı kapsamında öz bütçesinden karşılamalı.

8-  Kefil kişi veya kefil aile tayin edilemeyen yabancılar, giriş yaptıkları sınıra en yakın yerleşimdeki camilerden başlayarak, kademeli şekilde yurt sathındaki camilere dağıtılmalı. O camilerin imamları ile müezzinleri bunlara veli veya vasi olarak tayin edilmeli.

9- Yabancıların ihtiyaçları gönüllü sivil toplum kuruluşları ve cami cemaati tarafından karşılanmalı.

İKTİDAR MİLLETVEKİLLERİNE SORUMLULUK

10- Yasa dışı göç politikası uygulayan iktidar partilerinin milletvekilleri, genel merkez yöneticileri, il ve ilçe teşkilatlarının yöneticileri; kendi seçim bölgelerindeki sığınmacılardan sorumlu olacak şekilde ve hiyerarşik biçimde “Koordinatör kayyum” olarak atanmalı ve kendi ilindeki (veya ilçesindeki) her türlü sorunun çözümünden kendi şahsi mal varlıkları ve hukuki kişilikleriyle sorumlu tutulmalı.

11- Yasa dışı göçün gerçekleştiği hudut kapısında görevli olup, geçişi engellemeyen veya engellettirmeyen siyasi ve idari kademelerdeki tüm görevliler, vatana ihanetle yargılanmalıdır.

CESARET EDEMEZLER

Recep Sanal, bunlara benzer daha pek çok yasal düzenleme yapılabileceğini belirtti ve şunları ekledi: “İşin özü şudur: Siyasi hırsları veya hevesleri uğruna milli servetlerimizi yabancılara peşkeş çeken iktidarlar ile onlara siyasi destek verenler, bu gibi işlerin her türlü şahsi sorumluluğunu da (Mali, idari, adli, sosyal, siyasal...) sonuna kadar üstlenmelidirler. Göçler üzerinden ülkemizi göçertmeye de kimse cesaret edemez.”


Bakanın şaşırtan fahri danışmanları


Aynı günlerde patlayan orman yangınları için “Yüzde 100 sabotaj” diyenler çok. Ancak bu sadece yorum. Bölücü terör örgütünün geçmişte ülkemizde yangınlar çıkarttığı biliniyor. Yunanistan’da PKK için ayrılan Lamia kampında kalan teröristlere “Orman yakma eğitimi” yaptırıldığını Dinç Bilgin’in sahipliği döneminde Sabah gazetesinde, birden çok ifadeye dayanak yazmıştım. Değişik dönemde yakalanan teröristlerin, birbirinden habersiz olarak verdiği ifadeler arasında da büyük paralellik vardı.

Yunanistan, Türkiye’ye darbe vurmak için ormanları yaktırırken, bu karşılıksız kalmadı. Aynı günlerde Yunanistan’da bombalar patladı, ormanlar yakıldı. Türkiye’deki yangınlar durunca, Yunanistan’da da yangınların durduğuna tanık olduk. Yunanistan’ın teröristlere destek veren uygulaması doğaya, turizme büyük darbe indirmişti. Bu kez, “Sabotaj”  olasılığı çok konuşuldu ama herhangi bir kanıt elde edilemedi. Eğer, sabotajsa istihbarat kuruluşlarımız niçin ilgili birimleri uyarmadı? Ya da sabotaj ise istihbarat kuruluşları niçin önceden haber alamadı?

PAKDEMİRLİ NİÇİN HEDEF?

Tarım ve Orman Bakanı Dr. Bekir Pakdemirli, il il dolaşıyor, çiftçilerle toplantılar yapıyor ama birbirlerinin dilinden anlamıyorlar. Çiftçilik, hayvancılık yapanlar yaşanan olumsuzluklar nedeniyle üretimden çekiliyor. Bakan, milletvekillerini de “yok” sayıyor, sorularına cevap verme gereği bile duymuyor. Yalnız muhalefet partisine mensup milletvekilleri değil, Cumhur İttifakı milletvekilleri arasında da bakandan hoşnutsuzluk var.

Orman yangınlarının iklim değişikliği nedeniyle daha fazla olacağına ilişkin TBMM’de yapılan uyarılara rağmen, Tarım ve Orman Bakanlığı’nın gerekli önlemleri almadığı da anlaşıldı. Türk Hava Kurumu’nun (THK) yangın söndürme uçaklarıyla ihaleye katılmaması için özel şartname düzenlenmesi de hiç yakışmadı. Neymiş, uçak diğerlerine göre 5 damacana eksik su alıyormuş! Hiç değilse böyle bahanelere sığınılmamalı.

Bekir Pakdemirli, yangın boyunca bölgeden hiç ayrılmadı. İlk günler CHP’li belediye başkanlarını yok saydı ve onlarla temas kurulmadı. Tabii olan ormanlarımıza, ormanlardaki canlılara oldu. Pakdemirli’nin bu tutumu tabii ki kendi personeli tarafından da yadırgandı. Nitekim yangının üçüncü gününden itibaren birlikte çalışmasının gerektiğini anladı.

BU İDDİLAR DOĞRU MU? 

Tarım ve Orman Bakanlığı’nda, devlette çalışmadığı belirtilen danışmanlar olduğu belirtiliyor. Devlette bunun normal bir durum olmadığı bilinir. Nitekim, bazı danışmanlarla ilgili dönem dönem ilginç iddialar da gündeme getiriliyor. İYİ Parti Konya Milletvekili Fahrettin Yokuş’un, bu yönde çok sayıda soru önergesi cevapsız kalmıştı. Yokuş, zaman zaman yaptığı konuşmalarda da bakanlığın uygulamalarını TBMM’de gündeme getiriyor. Bakan bir şey yapmazsa da kayıtlara geçmesi açısından bu konuşmalar, önergeler önemli. Yokuş’un bir konuşmasını aktaralım:

“Tarım ve Orman Bakanlığı büyük bir yönetim zafiyeti yaşıyor. Sayın Bakan Pakdemirli, Bakanlığı liyakatsiz, birikimsiz ve sorumsuz danışmanlarla yönetiyor; defalarca söyledik. Bakanlıkta resmî danışmanların yanı sıra fahri danışmanlar da çalıştırılıyor. Devlette böyle bir yönetim tarzıyla ilk defa karşılaşıyoruz. Kırk yıl devlet memuriyeti yaptım, şaşkınım, şaşkınım, şaşkınım; söyleyecek söz bulamıyorum.

Atama ve görevlendirmelerde liyakat yerine akraba, tanıdık olmak öne çıkıyor. Sayın Bakan, özel sektörde çalıştığı daha önceki kurumlardaki ne kadar eşi dostu, arkadaşı, eşi hanımefendinin yakınları, hepsini çok şükür, Bakanlığa danışman, bilmem ne diye doldurmuş. Evet, böyle bir Bakanlık yönetilemez.”

“CEVAP VERMEYECEĞİM”

Fahrettin Yokuş’un, tarım konularına ilgisi hem seçim bölgesinin tarım kenti olmasından, hem de TBMM Tarım Komisyonu Üyesi olmasından kaynaklanıyor. Yokuş, bakanla yaşadığı bir olayı da şöyle açıkladı:

Tarım Komisyonu üyeleri olarak 11 Kasım 2020 tarihinde TAGEM’de bir toplantıya katıldık. Bu toplantı sonrası Sayın Pakdemirli bana dönerek ‘Fahrettin Bey, iki dakika görüşebilir miyiz?’ dedi. Ben ‘Hay hay Sayın Bakanım, elbette görüşürüz’ karşılığını verdim. Orada bulunan bütün milletvekilleri ve bürokratların içinde bana ‘Verdiğiniz soru önergelerine cevap vermeyeceğim. Siz içeriden bilgi alıyorsunuz, içeriden size bilgi sızdırılıyor. O kişi şu mu?’ diye bir de isim verdi.”

Böyle bir Bakanlık anlayışı olabilir mi? Fahrettin Yokuş’un soru önergelerine cevap vermeyecekmiş. Fahrettin Bey sorsun da siz cevap vermeyin. Kamuoyunu bilgilendirmek de Bakan’ın görevleri arasındadır. Aksi tavır milletvekillerine, millete tavırdır. Meclis’e saygısızlıktır. TBMM Başkanı Mustafa Şentop’un, TBMM’nin itibarını koruması gerekiyor.  Çiftçinin, besicinin, köylünün hakkını koruyan sadece alkışlanır. Aksi tutum ise insana “Şaşkınım” dedirtir.