Geçen hafta sonu Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir gece yarısı açıkladığı kararlar sonrasında yaşananların şaşkınlığını atlatamayan okurlarım, hep aynı soruyu yöneltiyorlar:

“Türkiye nereye koşuyor?..”

Bu köşedeki yazılarımda, katıldığım televizyon programlarında ve sosyal medya paylaşımlarımda, sorunun cevabını vermeye çalışırken bugün bir mektup aldım.

Mektup, Hürriyet Gazetesi’nde yıllarca yan yana çalıştığım ekonomi uzmanı ve yazar Meriç Köyatası dostumdan geliyor.

Zihninizi kurcalayan o soruya ışık tutacağına inandığım için aynen yayımlıyorum:

★★★

“Sevgili Uğur;

Bu mektubu eski yıllarda birlikte çalışmış bir arkadaşın, bir kardeşin olarak ama daha çok içi acıyan sorumlu bir yurttaş olarak yazıyorum.

Ekonomide içinde bulunduğumuz durum, ekonomik kriz olmaktan çıkalı epey oldu. Çoklu bir kurumsal çöküş sürecindeyiz. Bir taraftan geleceği ipotek altına alan yüksek maliyetli dış borçlanma zorunluluğu, bir taraftan bütçe açıkları, yoksullaşan halk, zenginleşen küçük bir azınlık... Başta hukuk olmak üzere devletin tüm kurumları çoklu çöküş içinde...

★★★

Ekonominin geldiği nokta, Türkiye Cumhuriyeti’mizin beka sorunu haline dönüştü. Gece yarısı görevden alınan Merkez Bankası Başkanı Naci Ağbal için, iyi idi, kötü idi değerlendirmesi yapmayacağım. Merkez Bankası Başkanlığı öncesinde, bürokrat ve bakan olarak, ekonomimizin içine düştüğü kötü durumun sorumluluğunu taşıyan isimlerden biridir. Ama önemli olan Naci Ağbal’ın görevden alınması değil, bağımsız olduğu iddia edilen Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası’nın itibarının ayaklar altına alınmasıdır. Uluslararası finans piyasalarında zaten zedelenmiş olan Türkiye’nin itibarının daha da berbat hale gelmesidir. Olan bitenlerden sonra hem faizler yükseldi, hem kur yükseldi, hem de Türkiye’nin risk primi (CDS) yükseldi. Ekonomi uzun sürecek bir istikrarsızlık dönemine girdi.

★★★

Merkez Bankası’nın bağımsızlığının zedelenmesi, 20 ay içinde 4 defa başkan değişmesi, ekonomimiz için iyi bir gelişme değildir ama esas konuşulması gereken konu, aynı gece çıkarılan Kanal İstanbul’un finansmanına Hazine garantisi verilmesi ile bir gün sonra 21 Mart’ta çıkarılan Katar’la Su Yönetimi İşbirliği anlaşmasıdır.

★★★

Bu iki karar, Türkiye Cumhuriyeti’nin bekasını çok ciddi şekilde tehdit ediyor. Tarımdan sanayiye kadar tüm üretim sürecinde ithalat bağımlısıyız. Türk ekonomisi döviz üretemez hale geldi. Uyuşturucu bağımlısı gibi dış borç bağımlısı olduk. Dünyada ülkeler yüzde yarım ile borçlanırken, Türkiye dış dünyadan dövize yüzde 6 ile yüzde 10 arasında borçlanıyor. Borç bulunamayınca köprüler, otoyollar, şehir hastanelerinden sonra şimdi de Kanal İstanbul için borçlanmada Hazine garantisi verildi. Türkiye’nin şu an içinde bulunduğu durum, 1875’te moratoryum ilan eden ve sonrasında da devlet gelirleri yönetimini yabancılara terk eden (Düyun-u Umumiye 1881) Osmanlı Devleti’nin batış sürecinden hiç de farklı değil.

★★★

20 Mart’ta yayınlanan Merkez Bankası Başkanı’nın görevden alınması, İstanbul Sözleşmesi’nin feshi, İstanbul Kanalının finansmanı için Hazine garantisi verilmesi kararlarından sonra 21 Mart’ta da Katar’la Su Yönetimi Anlaşması kararnamesi yayınlandı.

Resmi Gazete’de yer alan kararda, Türkiye ve Katar’ın iş birliği alanları ‘entegre su kaynakları yönetimi, su tesisleri yönetimi, kıyı ve geçiş suları yönetimi’ olarak sayıldı.

Önümüzdeki dönem Ortadoğu’da “su” ve “savaş” sözcükleri yan yana anılacak. Katar’la hangi alanda su yönetimi yapacağız? Ve işin çok daha vahimi... Kıyı ve geçiş suları yönetimi ibaresi. Türkiye’de iki tane geçiş suyu var. Biri İstanbul Boğazı, diğeri Çanakkale Boğazı. Şimdi de üçüncü olarak İstanbul Kanalı diye tutturdular. Bu geçiş sularının yönetimi, Boğazların yönetimi, Montrö, hepsini çöpe mi atıyoruz?..

★★★

Tarihsel perspektiften baktığımızda; Katar Devlet Fonu’nu, İngiliz dış politikasının stratejik hedeflerinden ayrı düşünmek olanaksız.

Lozan görüşmelerine İngiltere adına katılan Lord Curzon’un İsmet İnönü’yü nasıl tehdit ettiğini hatırlamakta fayda var. ‘Aylardan beri görüşüyoruz. İsteklerimizin hiçbirini kabul etmiyorsunuz... Yarın kalkınmak için bizden gelip yardım ve borç isteyeceksiniz. İşte o zaman bu kenara not ettiğimiz isteklerimizi çıkarıp size vereceğim...’

Hazine garantili dış borçlar ve özellikle son verilen Kanal İstanbul için Hazine garantisi, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne vurulacak en ağır darbelerden biri olacak.

★★★

Sevgili Uğur,

Biliyorsun, benim bir şapkam da siyasi... Ülke gerçeklerine karşı duyarsız kalamadım ve Genel Başkanlığını Rifat Serdaroğlu’nun yürüttüğü Doğru Parti’de Ekonomiden Sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı görevini üstlendim. Dört gün önce Sayın Serdaroğlu, tüm muhalefet partilerinin demokrasi cephesi oluşturmasını önermişti. Bu görev de doğal olarak ana muhalefet partisi CHP’ye düşüyor. Benim bir önerim daha var:

Tüm muhalefet partileri olarak, Türkiye’nin bekasını tehdit eden hazine garantilerini tanımayacağımızı dünya finans piyasalarına açıklayalım...

★★★

Özellikle Katar’la su yönetimi ve Katar’a yapılan borçlanmaların geniş alanda tartışılmasını ve gündemde tutulmasını öneriyorum. Bu konuda deneyimli yurtsever devlet adamı Sayın Şükrü Elekdağ’ın görüşleri de bizlere ışık tutacaktır. 

Selam ve sevgilerimle...

Meslektaşın, kardeşin

Meriç Köyatası”