Babası cumhurbaşkanıydı.

California’da fizik dalında yüksek lisans yapıyordu.

Babasına mektup yazdı, günlük yaşamını filan anlatırken, araya cümle sıkıştırdı, “burada herkesin otomobili var” dedi.

O yaştaki her genç gibi özenmişti, babasına açık açık “ben de otomobil alayım” diyememiş, “herkesin var” diyebilmişti.

Cumhurbaşkanı cevap mektubu yazdı.

“Otomobil meselen hiç hatırımdan çıkmıyor, fakat yeni otomobiller pahalı, 1700-2000 dolar asla bulamayız, eski bir otomobil bulmandan başka çare yoktur, sana ‘olmaz’ dediğim zaman ne kadar üzüldüğümü tasavvur edersin, kolayca reddetmediğimi bilerek müsterih ol, sabrın artar, kullanılır bir şey bulacaksın diye ümitliyim” dedi.

Cumhurbaşkanının oğlu, ikinci elden otomobil aldı.

“Keçi” adını verdiği otomobil, 45 bin kilometredeydi.

Lastikleri haşattı, motorunda arıza vardı.

Tamir ettirdi, onu kullandı.



Memlekete dönmeden önce cumhurbaşkanı babasına yine mektup yazdı, annesine oralardan hatıra olarak hediye getirmek istediğini söyledi, o zamanlar pek modaydı, iki model kürk beğendiğini belirterek, birini alayım mı diye sordu.

Cumhurbaşkanı cevap mektubu yazdı, kestirdi attı.

“Kürk hikayesini okudum, olacak şey değil, o kadar doları bulamayız, hemen sözünü geri al, senin bu kadarcık ihtiyat paran için üç senedir uğraşıyoruz, hulasa, olacak iş değil” dedi.



Baba, İsmet İnönü.

Oğul, Erdal’dı.



Erdal’ın eniştesi gazeteciydi.

Milli damat’tı.

İsmet İnönü’yü hapse atamayanlar, damadını hapse attı.

İsmet İnönü damadını ziyaret etmek için cezaevine gitti, sırf eziyet olsun diye görüştürmediler, not yazdı, damadına gönderdi, “evladım, görmek için geldim, göremedim, yarın yine gelirim, acele ihtiyacın neyedir, nasılsın, metanetine güvenirim şerefli evladım” dedi.

Damat, bir kağıda not yazdı, kayınpederine geri gönderdi.

“En ufak üzüntüm yok, benim için üzülürseniz üzülürüm, bir tek ricam var, kimseye benimle alakalı tek kelime konuşmayın, ne olur, ne baskı yapın, ne baskı kabul edin, ellerinizden öperim” dedi.

Damadı hapisteyken, kızı doğum yaptı, İsmet İnönü’nün torunu, damadı tutukluyken dünyaya geldi.

Bu manevi işkencelere rağmen demokratik duruşunu bozmadı, “ömrüm boyunca adalete siyaset karışmasın diye çalıştım, devrimlerin en şiddetli dönemlerinde bile adalete karışmadık” dedi.



Erdal’ın ağabeyinin bindiği Thy uçağı, Ankara’dan İstanbul’a giderken, kaçırıldı, Bulgaristan’a götürüldü, korsanların talepleri yerine getirilmezse, yolcuların öldürüleceği söyleniyordu.

Türkiye nefesini tutmuştu.

Acaba pazarlık yapılacak mıydı?

İsmet İnönü, oğlunun hayatı için devreye girebilirdi, yolcuların serbest bırakılması için pazarlık yapılmasını isteyebilirdi, korsanların taleplerinin yerine getirilmesi için hükümete baskı yapabilirdi.

Yapmadı.

Oğlunun canı pahasına, Türkiye’nin prestijini düşündü.

Devlet görevlilerini rahat bırakalım, işlerini yapsınlar dedi.

Uzaktan, herkes gibi izledi.

Neyse ki, yolcular sağ salim kurtuldu.



Bu babanın oğlu Erdal, profesör oldu.

ODTÜ’de fen fakültesi dekanı oldu.

ODTÜ rektörü görevinden ayrıldı, yeni rektör seçimi yapılacaktı.

Akademik Konsey üç aday belirledi.

Biri Erdal’dı.

Adaylar tek tek Akademik Konsey’in genel kuruluna girdiler, kendilerini, projelerini, hedeflerini anlattılar.

Erdal heyetin önüne çıktı...

“ODTÜ’nün öğretim üyeleri üç aday belirledi. Duyduğumuza göre mütevelli heyetinin bazı itirazları varmış. Profesör İsmet Ordemir’in hiç yönetim tecrübesi olmadığını söylüyorlarmış. Ama tecrübe, iş yaparak edinilir. Seçilirse, pekala tecrübe edinir. Öteki aday Profesör Yaşar Gürbüz’ün solda olduğunu iddia ediyorlarmış. Bu da geçicidir. Zamanla nereden geldiği unutulur, ortaya gelir. Bunlar geçici şeylerdir. Ama, benim için yaptıkları itiraz, en önemlisi... Çünkü, mütevelli heyeti, benim soyadıma, yani, İsmet İnönü’nün oğlu olmama itiraz etmiş. Bunu değiştirmek kimsenin elinde değildir. Bu, doğa yasalarına aykırıdır. Gördüğünüz gibi, benimki, en düzeltilmeyecek durumdur. O nedenle, beni adaylıktan çıkarın. Öbür adaylarınız kalsın” dedi!



Heyet ayağa kalktı, ayakta alkışladı.

Beni eleyin diyen Erdal İnönü, ODTÜ’ye rektör seçildi.



12 Mart muhtırası verildi.

Sıkıyönetim savcısı tarafından ifadeye çağırıldı.

“Üniversitede olaylara karışan öğrencilere fazla hoşgörülü davranmakla” suçlanıyordu.

Tutuklanabilirdi.

O sıkıntılı günlerde babasıyla telefonda görüştü.

Babası “ben şimdi o savcıya haddini bildiririm” demedi.

Sadece “üzülme” dedi.

“Meyus olma” dedi.

Hepsi buydu.



Hani bazen deniyor ya, neredeeen nereye geldik...

İstemediği halde rektör seçilen liyakatli rektörlerden, istenmediği halde rektör atanan kayyum rektörlere geldik!



Oğlunun özgürlüğü için bile, damadının özgürlüğü için bile adalete müdahale etmeyen, oğlunun hayatı için bile devlet görevlilerine müdahale etmeyen cumhurbaşkanından... Ne günlere geldik.