Geçen yıl 18 Mart.

Günlük vaka sayısı sadece 93’tü.

Toplam vaka sayısı sadece 191’di.

Günlük ölüm sayısı sadece 1’di.

Toplam ölüm sayısı sadece 3’tü.

Herkes endişeliydi.

Herkes evine kapanmıştı.



Bu yıl 18 Mart.

Günlük vaka sayısı 20 binden fazla.

Toplam vaka sayısı 3 milyon.

Günlük ölüm sayısı 81.

Toplam ölüm sayısı 30 bin.

Kimsenin umurunda değil.

Herkes sokakta.



Çünkü...



Habire “sürü bağışıklığı”ndan bahsediliyor ama aslında “sürü psikolojisi” diye bir kavram var.



Amerikalı sosyal psikolog profesör Solomon Asch tarafından 1953 yılında laboratuvar ortamında deneyle kanıtlandı.





Deney için yedi kişi seçilmişti.

Uzun bir masaya yan yana oturtulmuşlardı.

Aslında bu kişilerden sadece biri denekti... Diğer altı kişi profesörün ekibindendi, ama, sanki tesadüfen seçilmiş denekler gibi davranıyorlardı, ekip olduklarını asıl denek’e söylemiyorlar.

Asıl denek, herkesin kendisi gibi denek olduğunu sanıyordu.

Asıl denek, en sona, yedinci sıraya oturtuluyordu.

Tam karşılarına bu gördüğünüz iki kart yerleştiriliyordu.

Birinde tek çizgi var.

Diğerinde üç çizgi var.

“Tek çizgi, diğerlerinden hangisiyle aynı boyda?” diye soruluyordu.

Cevap gayet açık.

Elbette C şıkkıyla aynı boyda.

Ama... Profesörün ekibinden olanlar A veya B şıkkını söylüyordu.

Şıkların yerlerini değiştirerek 12 defa gösteriyorlardı, profesörün ekibinden olanlar her defasında yanlış seçeneği söylüyordu.

Gerçek denek, kendisinden önceki sözde deneklerin yanlış cevaplarını duyuyor, bir defa bile doğru cevabı duymuyordu.

Sonra ne mi oluyordu?

Gerçek denek, yanlış olduğunu bile bile, göz göre göre, yanlış şıkkı söylüyordu!



Bu deney defalarca tekrarlandı.

Şu sonuca ulaşıldı...



İnsanların yüzde 25’i doğru bildiğinden şaşmıyor, diğerleri ne derse desin, doğruda ısrar ediyor, doğru cevabı veriyordu.

İnsanların yüzde 75’i ise, diğerlerinden etkileniyor, diğerlerinin söylediğini doğru kabul ediyor, kendi doğrusundan vazgeçiyordu.



Yani...

Toplumda her dört kişiden üç’ü sürü psikolojisine kapılıyordu.



Profesör Asch, yanlış cevap veren gerçek deneklerle görüşme yaptı, “niye göz göre göre, bile bile yanlış cevap verdin?” diye sordu.

“Herkesten farklı cevap verirsem, herkesin içinde tuhaf duruma düşerdim, gruba uymayı tercih ettim, herkesin içinde mahcup olmaktan çekindim, gruptan dışlanmak istemedim” cevabını aldı!



Kendilerine yanlış bile gelse, genel görüşe uyumlu olmayı doğru buluyorlardı.

İtiraz ederek tartışma yaşayacaklarına, hayatın kolay tarafını seçiyorlardı.

Kendi doğrularını görmezden gelmeyi daha akılcı kabul ediyorlardı.



Pandemi sürecinde Türkiye’ye işte bunu yaptılar.



Salgını yönetmediler.

Algıyı yönettiler.



Medyadaki kuklalarıyla, bilim insanı sıfatıyla ekranlara çıkardıkları yandaş dalkavuklarıyla, yanlış’a doğru dediler.

Sağlık bakanının şeffaf bilgi verdiğini, süreci çok iyi yönettiğini, kendisine Tbmm madalyası verilmesi gerektiğini, Nobel’e aday gösterilmesi gerektiğini, örnek devlet adamı olduğunu, ciddi ve güvenilir olduğunu, partilerüstü davrandığını söylediler.

Tırışkadan anketler yaptılar, “en beğenilen siyasetçi” seçtiler.

Salgınla mücadelede dünyanın en başarılı ülkesi olduğumuzu, sağlık sistemi çöken ABD’ye tıbbi malzeme yardımı yaptığımızı, İskandinav ülkelerinin mahvolduğunu, İsveç’ten özel uçakla hastalarımızı getirdiğimizi, Almanya’nın bizim aşılarımızı kıskandığını söylediler.

Üç kuruşluk maskeyi dağıtmayı beceremedikleri halde, herkese yetecek kadar aşı satın aldığımızı, günde iki milyon kişiye aşı yapacağımızı, yerli aşı icat ettiğimizi, yerli koronavirüs ilacı icat ettiğimizi, salgını kontrol altına aldığımızı söylediler.



Gözümüzün içine baka baka yanlış’a doğru dediler.



Ahali bunları seyretti.

Her dört kişiden biri ısrarla direndi ama... Her dört kişiden üçü, göz göre göre boyun eğdi, bile bile doğrudan vazgeçmeyi tercih etti.



Geçen yıl bugün, yeni vaka sayısı sadece 93’tü, herkes evine kapandı.

Bugün aynı gün, yeni vaka sayısı 20 binden fazla, herkes sokakta.



Ne diyordu asrın liderimiz?

“Bunlara iki koyun verin, güdemezler, kaybedip gelirler, çobanlığın felsefesini anlamayan, çobanlığın psikolojisini anlamayan, insan yönetemez, ben çobanım” diyordu.

Sürü’yü işte böyle güttü.