1968 Mayıs ve Haziran aylarında Fransa’da muhafazakar De Gaule iktidarına karşı Paris’teki Nanterre Üniversitesi’nde başlayan öğrenci hareketi, giderek büyümüş ve işçi kesiminin desteğini alarak ülke çapında ayaklanmaların, fabrika işgallerinin ve genel grevin yaşanmasına yol açmıştı. Olaylar, Meclis’in lağvedilerek seçimlerin yeniden yapılmasıyla sonuçlanmıştır. De Gaulle bu seçimden daha güçlü bir şekilde çıkmıştır. (Vikipedi). 1968’de Fransa’da başlayan bu Marxist fırtına, önce diğer Avrupa ülkelerine sıçramış biraz gecikmeyle Türkiye’yi de tam olarak içine almıştı. DİSK’in örgütlediği 15-16 Haziran 1970 işçi ayaklanmaları (bir bakıma komünist devrim denemesi) bu fırtınanın tepe noktasıdır. Fırtına hemen dinmemiş, ancak 12 Mart 1971 Muhtırası ile gücünü kaybetmeye başlamıştır. Yine de seçilmiş Başbakan Süleyman Demirel istifa etmek zorunda kalmış ve yerine askerlerin zorlamasıyla Profesör Nihat Erim “beyin” hükümeti kurulmuştur. Tam da o günlerde (2 Nisan 1971’de) sosyalist ekonomik doktrine karşı liberal fikirler üretmek amacıyla TÜSİAD kurulmuştur. Ancak TÜSİAD’ın toplumda bilinir hale gelmesi, 1979’da Ecevit’in izlediği ve ülkeyi berbat hale getiren sol ekonomi politikalarına karşı çıkan gazete ilanlarıyla olmuştur.

TL’Yİ DEĞERLENDİRİP CARİ AÇIĞI BÜYÜTMEK

Geçen hafta TÜSİAD başkanı, derneğin geleneğe ve tüzüğüne uygun olarak değişti. Simone Kaslowski gitti yerine Orhan Turan adında 62 yaşında makine mühendisliği ve iş idaresi öğrenimi görmüş başarılı bir iş adamı geldi. Orhan Bey; ayağının tozuyla, Dünya Gazetesi yazarlarına, Türkiye ekonomisinin mevcut durumunu değerlendiren uzunca bir mülakat vermiş. Yazarımız Uğur Dündar, geçen Çarşamba bunu köşesinde yayımladı. Turan “Enflasyonla yeterince mücadele edebileceğimizi düşünmüyorum; olası global şoklara ekonomiyi hazırlayamıyoruz” dedikten sonra şöyle konuşuyor: “Yeni “Türkiye Ekonomi Modeli” diye adlandırılan planla, arzulanan sonuca varılamamıştır. TL değer kaybedince, cari açık azalır, ardından enflasyon da düşer denklemi tutmamıştır.” Demek ki; Turan’a göre “enflasyonu düşürmek için TL değerlendirilip, cari açık büyütülmelidir.” Haklıdır.

DIŞ-BORÇ-KOLİK OLAN, DIŞ BORÇSUZ YAPAMAZ

Ben de Emin Çölaşan gibi giriş yapayım. Sevgili okurlarım. AKP’nin ekonomi yönetiminde yaptığı yanlışları ve yediği haltları yineleyerek zaman kaybetmek istemiyorum. Ancak Türkiye ekonomisinin tedavisi gereken temel zihinsel hastalığı, Osmanlı’dan beri “biz dış borç almadan yapamayız” inancıdır. Bu “öğrenilmiş çaresizlik” ekonomimizin istikrara kavuşmasının önündeki en büyük engeldir. Bunun en son örneğini de TÜSİAD’ın yeni başkanı Orhan Turan’ın ilk demecinde görüyoruz. Soruyorum: Bir insan 40 yıldır alkolikse, alkolü keserek ve hiç sıkıntıya girmeden 40 günde bu iptiladan kurtulabilir mi? Aslında değeri düşük TL sayesinde dış ticaret açığı “miktarsal” olarak küçülmüştür. Ancak enerji ve gıda maddesi fiyatlarının dünya genelinde artması yüzünden “parasal” olarak büyümüştür. Bu sonuca bakıp “plan çöktü” diyenler, TL değer kaybedince dış ticaret açığının kaç günde kapanacağını bekliyordu acaba? Ama sorun orada değil; “biz dış borçsuz yapamayız” zihniyetinde. Onlar, döviz fiyatını stabilize etmek için ihracatı artırmak şart değil, dışarıdan akıllıca borçlanmak yeter demekteler.

Son söz: Derdin kendisi, derdin çaresi olamaz.