Faroe Adaları ile deplasmanda 1991 yılında oynamıştık. Yenemedik, 1-1 berabere kalmıştık. Yılda 210 gün yağmur, kar eksik olmayan soğuk bir ülke... Zemin, mecburen sentetik çim... Yapay çim sahalar kaygandır, serttir. Futbolcu bu zeminde oynarken, “acaba sakatlık yaşar mıyım?” sorusunu bilinçaltında saklar.

Lüksemburg maçında, büyük takım savunması hatalarından dolayı Faroe teknik direktörü Hakan Ericsson, galibiyet hesaplarına başlamıştı. Ne günlere kaldık değil mi? Kırmızı formamızı çok beğendim. Onun dışında, ilk yarı top bizdeydi, ama üretemedik. Mimar oyuncu olarak İrfan Can dışında oyuncumuz zaten yok. Serdar Dursun, yalnız bir adamın rüzgar ve yağmurda hikayesini yazdı. Koskoca ilk yarıda bir isabetli şut girişimimiz vardı. Bitse de sıcak yuvamıza dönsek duygusu ile ikinci devrenin başında golü de yedik. Ozan, Davidsen’in şutunu karşılamak isterken, topu kendi kalesine gönderdi. İnsan için en tehlikeli hislerden biri vasatlığı kabul etmektir. Bu tanım, bizim takım için de geçerli...

İkinci golü de yedik Edmundsson’dan... Bütün takım gitmeyeceğine göre, ihalenin kime kalacağı belli. Kuntz, artık ne diyecek? Bu oyunun felsefesini yazmış Almanya’dan getirdiğimiz  teknik direktör, son 2 maçında milli takımı bitirdi. Şunu unutmamamız gerekir. Sadece hoca değil, milli takım duygusunu unutmuş futbolcularla da vedalaşmayı bilmek lazım. Buna radikal karar diyoruz. O kadar üzgün ve kızgınım ki, iyi ki bu maçı anlatmadım.