Şiirlerden beste yapan ses sanatçısı Sezen Aksu’nun “dilini” kopar. Yazıyı beste yapar gibi yazmak isteyen Sedef Kabaş’ı “hapse” koy.

Dil kesmek.

Kelle kesme çağrıştırıyor.

Gazeteci hapsetmek.

Diktatörlük hatırlatıyor.

★★★

Gizlenemez.

İstanbul’un Çamlıca Tepesi’ne minberine asansörle çıkılan cami yapıldı. Seçimlere bir hafta kalmıştı. Dindar insanların oylarını etkileyebilmek için “Çamlıca Tepesi’nde yapılan gösterişli cami” propaganda projeler arasına sokuldu. Propagandaya şu satırlarla girişildi: Bakanlık, Çamlıca Tepesi’nde 400 dönümlük araziyi “Özel Proje Alanı” ilan etti. Bu alanın 57 dönümlük (57 bin metre kare) bölümü ibadet amaçlı kullanıma açıldı. Sayın Cumhurbaşkanımız caminin yapımıyla, mimarının kim olacağına kadar, yakından ilgilendi. Caminin yapımı bitti. Yüzde 100 yün, özel dokuma 17 bin metrekare halı dokundu. Camiye bu özel dokuma halılar serildi. Cami 100 milyon dolara mâl oldu. Kubbesinde altın yazılar var. Nono teknoloji sayesinde çelik altın rengine dönüştürüldü. Kubbeyi çevreleyen yazılar da altın renginde varaklar oldu. Minberi 48 basamaktı. İmam yorulmasın, minbere rahat çıksın diye asansör yapıldı. Minberine asansörle çıkılan başka cami örneği dünyada yoktu, işte Türkiye’de oldu.

Gizleyemedi.

Saklayamadı.

Örtemedi.

Ekonomik kriz geldi.

★★★

Çok pahalı, gösterişli Çamlıca Camisi’ni oy getirsin diye yaptıranın oyları dibe vurdu. Oy desteği dibe vuran politikacı, bu camide imamın elinden mikrofonu kapıp şarkıcıya “dilini koparmak bizim görevimizdir” dedi. Böylece kendinden kopup uzaklaşan halktan krizi gizlemeye kalktı.

Halk, krizi yaşıyor.

Kriz, yoksulu eziyor.

Şarkıcı dili keserek.

Gazeteci korkutarak.

Kriz gizlenemez.

Tarihten bir not: İstanbul Eminönü’nde “Yeni Cami” diye bildiğimiz Valide Hatice Turhan Sultan Camii temeli, “On Mısır Hazinesi (geliri)” harcanarak atıldığı için bu caminin adını o günlerde halk “Zulmiyye” diye koymuştu. Bu caminin yapılışını anlatan Evliya Çelebi, “Zulmiyye” kelimesini “Adaletsiz, adil olmayan” anlamında kullanmıştı.

★★★

Gazeteci Sedef Kabaş, gece yarısından sonra sabaha karşı saat 02.00’de evine baskın verilip emniyete götürüldü. Gazeteci Sedef’in kaçacağı bir yer, karartacağı bir delil yoktu. 24 saat karakolda, adliye koridorunda bekletildi. Cumhurbaşkanına hakaretten davası görülsün diye “hapse” kondu. TV programındaki konuşmasında o benzetmeyi yapması ve karakola götürülürken “ters kelepçe takılmış görüntüsü” vermesi eleştirilebilir.

Fakat dürüstçe sormalı:

Sedef Kabaş kimdir?

Yalanın üstüne yürür.

Yazısını kocaman bir taş yapar; demokrasi içinde ülkeyi yönetmeyip, Cumhuriyet’in altını oymaya çalışanların vitrinine atar.

Duruşu nettir.

Bakışı bellidir.

Sedef Kabaş, “demokrasi sanki tek el oyunuymuş ve gazete yazarı da mutlaka iktidar olanın yanında olmalıymış masalını anlatanlara” acıyarak bakar. Sedef Kabaş, kalemiyle gurur duyar çünkü “iktidar yanlısı gazete yazarı olmak, yazarlığın ve basının tarifine uymaz. Gazete yazarı iktidarın mikrofonu, havuzdan besleneni” asla olmaz, olamaz. Olursa borazanlaşır. Gerçeği gizleyen olur. 

Sedef Kabaş!

İktidar borazanı olmadı.

Hapse kondu.

★★★

Dil kesmek.

Kelle kesme çağrıştırıyor.

Gazeteci hapsetmek.

Diktatörlük hatırlatıyor.

TARİHLE RÖPORTAJ (Unutkanlığa ilaç)



Dava sayısı 120 bini geçti!


Kenan Evren döneminde 340, Turgut Özal döneminde 207, Necdet Sezer döneminde 168, Abdullah Gül döneminde 248 kişiye “Cumhurbaşkanına hakaret suçundan” dava açılmıştı. Bu sayı Erdoğan döneminde 120 bine çıktı. DEVA Partisi Başkanı Ali Babacan şu tespiti yaptı: “Sayın Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı görevine başlarken tarafsızlık yemini etti. Partinin genel başkanı şapkasını da takıyor, kendisi her türlü hakareti yapıyor. Benzer seviyede bir ifadeyi başkası kullandığı anda “Cumhurbaşkanıyım bana ilişemezsin” diyor, hemen dava açıyor. Kendisine hakaret edilince hemen şapka değiştir, Cumhurbaşkanı şapkanı tak... Böyle bir şey yok.”