Köy Kooperatifleri (Köy-Koop) İzmir Birlik Başkanı Neptün Soyer, katıldığı bir konferansta dile getirilen “seracılık” konusunu açtı. Rusya-Ukrayna savaşı nedeniyle enerji açığı ortaya çıkan Avrupalı şirketlerin, Türkiye’de seracılık girişimlerinden sözediyor.

★★★

Avrupa-Türk İş Adamları ve Sanayiciler Derneği (ATİAD) eski Başkanı Prof. Dr. Recep Keskin’e konuyu açtığımda, “Aynen” dedi ve devam etti: “Hollanda’dan Afyon, Uşak ve Kütahya bölgesinde domates başta olmak üzere farklı tarımsal ürünlerde seracılık yatırımı için gelenler var.

★★★

Almanya’nın önde gelen beton üreticisiyken Türkiye’ye dönen iş insanı Keskin’in, Alanya’da 25 dönüm arazide kurduğu “Tropikal Akademi”; Avrupa tarımını da mercek altına alıyor. Son 6 ayda termal yeraltı su kaynakları olan bölgelerde Avrupa şirketlerinin seracılık yatırımlarına yöneldiğini belirten Keskin, “Güneş enerjisinden yararlanarak sera kurmak isteyenler de oluyor. Türkiye’deki mevzuata göre, yatırımcının kendi enerji ihtiyacını karşılamak üzere güneş enerji santralı (GES) kurmasına izin veriliyor. Böylelikle ihtiyaç fazlası güneş enerjisinin depolaması ve devlete satılması isteniyor” diyor.

★★★

Avrupa’nın tarım şirketleri, Türkiye’nin verimli güneş ve jeotermal gibi yenilenebilir enerji kaynaklarına sahip arazilerine talipler.

★★★

Yabancı sermayenin Türkiye’de “sera” kurmasının ülkeye ne faydası var? İşte bu soru Neptün ve Keskin’i aynı endişelerde birleştiriyor. Özetlersem; birincisi seracılık için kullanacakları 300-500 dönümlük arazilerdeki doğal toprak yapısını bozacaklar.  Seracılık yapılan arazilerde organik tarım yapılamayacak. Çünkü bu ölçeklerde yatırım yapan firmalar ata tohum değil, hibrit tohum kullanacaklar. İkincisi; organik üretim azalacağı için fiyatı yükselecek ve ata tohumlarının ekim alanları azalacak. Sonucu söyleyeyim: Tarım arazileri ve yeraltındaki su kaynakları yabancıların eline geçen bir toplum olacağız!

★★★

Yabancı sermayenin seracılık yapmasının “olumlu” bir yanı yok mu? Mesela dünya pazarlarında tarımsal ürünlerimiz değerlenip, döviz gelirlerimiz artmaz mı? Maalesef bu sorulara da “olumlu” yanıt alamıyorum.

★★★

Keskin, “Yabancı firmalar Türkiye’de ürettikleri ürünleri yurt dışındaki şirket merkezlerine ucuz fiyatla gönderip, yüksek fiyatla kendileri pazarlıyorlar. Türkiye’deki üretimi yerli firmalar yaparsa ihracatta oluşan kârlılık ülkede kalır” diyor.

★★★

Keskin, Avrupalı firmaların Manisa’da ürettiği üzümü, elmayı, armudu dış pazar için kasaladığını söylüyor. Yerli tüketici bu meyvelerin yüzlerini bile görmediğini vurguluyor.

★★★

Mersin’in kanaat önderlerinden araştırmacı-yazar Abdullah Ayan, “Girdi maliyetleri öyle bir arttı ki limonun kilosu dalında 11 liraya çıktı. İhracata hazırlanıncaya kadar yapılan harcamayla kilosu 20 liraya (tonu 1000 dolar) ulaşıyor. Bu fiyatlarla limon ihraç edilemez. 1 milyon ton limonu iç pazarda da tükemeyiz. Bu kez çiftçi elde kalan limonunu zararına satmak zorunda kalır” diyor.

★★★

Limonun serüveni bize yüksek fiyat artışlarının yaşandığı bir ekonomide, TL’nin değeri düşük olsa da ihracatı artırmanın güçlüğünü anlatıyor. Keskin de aynı örneği muz üzerinden veriyor. Almanya’da kilosu 1.5 Euro olan muzun dalında 11 lira olduğunu söyleyen Keskin, “Girdi maliyetleri 8-9 kat artarken ihracatta rekabetçi bir fiyat yakalarız” diyor.

★★★

Halk yararına ulusal fayda merkezli tarımsal politikalar üretilmezse; hem topraklarımız, enerji kaynaklarımız gidecek, hem de sağlıklı beslenemeyen bir ülke olacağız.