Aile kavramı bizim toplumumuzda her şeyden önemlidir; büyüklere saygıda kusur edilmez, büyüklerin yanında ayak ayak üstüne bile atılmaz, amcalar baba yarısıdır, teyzeler anneden farksızdır, bayramlarda seyranlarda mutlaka ziyaret edilir, elleri öpülür, enişteler öz ağabey gibidir, gelinler öz kızın olsa anca bu kadar sevilir, kuzenler yeğenler kardeşten ileridir, dünyada akrabalarına bizim kadar bağlı bir başka millet yoktur.

Dede bi ölür kardeşim...

Bütün sülale mahkemelik olur!

İki tane tırışkadan halıyı paylaşamazlar, sen alcan ben alcam birbirlerine girerler, maazallah arsa filan kaldıysa, miras davası kan davasına dönüşür, beddualar havalarda uçuşur, ne ölüme ne dirime, mezarıma gelme, şeytan görsün yüzünü, kaynanalar adliye kapısında şak diye düşer bayılır, eltiler birbirlerinin saçını başını yolar, bacanak baldızı yumruklar, görümce kayınçoya tükürür.

Mal mülk, sayın ahalimiz açısından tarifsiz derecededir.

İstisnaları tenzih ederim, parayı pulu evlatlarına bile vermek istemezler, kefenin cebi olsa öbür tarafa giderken yanlarında götürmek isterler, firavunlar gibi piramite saklayıp, öyle gömülmeyi tercih ederler, aslında pek de haksız değillerdir, yazlığın tapusuna çökmek için “bunak bu” diye anasını savcılığa verenler, banka hesaplarına çöreklenmek için babasının imzasını taklit edenler, ninesinin bileziğini sahtesiyle değiştiren torunlar, Türkiye’nin gerçeğidir, takılarla kaçan gelinler, ziynet yüzünden birbirini vuran dünürler var bu ülkede.



1972 yılına ait boş vita tenekesini bile atmak istemezler, divanların altı, kanepelerin arkası, çekyatların sandığı, elbise dolapları, çekmeceler, balkonlar, 60 senedir kullanılmayan, 60 sene daha yaşasa bile asla kullanılmayacak olan, naylonla sarılmış, sıkı sıkıya bantlanmış, kolilenmiş eşyalarla doludur, paslanmıştır, çürümüştür, bozuktur, kıyamazlar, 90 yaşına gelirler, artık bastonla bile yürüyecek mecalleri kalmaz, buna rağmen “belki binerim” diye sünnetinden kalma bisikletini başkasına veremezler.



Bu zihniyetin mutfağını kurcala, iddia ediyorum, restoranların mutfağında o kadar tencere yoktur, ömürleri boyunca otomobil sahibi olacak parayı biriktiremezler ama, ömürleri boyunca iki otomobil tutarında tencere parası öderler, habire iç içe koyarlar, eskimesin diye yenisini asla kullanmazlar, en eskisini kullanırlar, yenileri kullanılmadan eskir... Yatak odalarının kuytularını kurcala, en az 20 tane borcam bulursun, ben kendi payıma 1960 senesine ait henüz ambalajı açılmamış borcam bile gördüm, tahminim ilk icat edilen borcamdı, kıtlık varmış gibi istiflerler, kızın çeyinize saklıyorum ayağıyla saklarlar, geline koklatmazlar.



Son kullanma tarihini geçmiş ilaçları bile atmaya eli varmaz sayın ahalimizin... İlaç kutusu koleksiyonu yaparlar, aradan kimbilir kaç sene geçtiği için, o ilaçların hangi hastalığa iyi geldiğini bile artık hatırlamazlar ama, ceplerinden para ödediklerini asla unutmazlar, o ödedikleri alt tarafı üç kuruş nedeniyle üzerine titrerler, gözleri gibi bakarlar, sanırsın kaşıkçı elması’dır, tozunu ala ala camekanın içinde korurlar.



İşte bu yüzden, Atatürk Havalimanı’nı imha ediyorlar, gıkları çıkmıyor.



Çadır kültürünün hazin neticesidir.



Çadırın içi kendisinindir.

Çadırın dışı onu alakadar etmez.



Atatürk Havalimanı’nın “kendi malı” olduğunu idrak edemez.

Tıpkı, şakır şakır satılan fabrikaların, limanların, madenlerin “tapusunun kendisine ait” olduğunu idrak edemediği gibi.

Kasası boşaltılan merkez bankasının, aslında kendi cüzdanı olduğunu, geçmediği köprüye, girmediği tünele, uçmadığı havalimanına, görmediği otoyola para ödediğini kavrayamaz.

Varlık fonu’nun kendi varlığı olduğunu anlayamaz.



Vaziyet böyleyken, muhalefet hâlâ diyor ki, Atatürk Havalimanı arazisini millet bahçesi kisvesiyle Katarlılara, Suudilere peşkeş çekecekler falan.

İyi de, bundan millete ne birader!