Asrın liderimiz “köy enstitüleri milletin değerlerine karşı ideoloji yükleme aracı haline geldiği için kapatıldı” dedi.

Bunu dediği gün, üniversiteli bir köy çocuğu, tarikat yurdunun yedinci katından atlayarak canına kıydı.



Asrın liderimizin “milletin değerlerine karşı” dediği köy enstitülerinde, karma eğitim vardı, Cumhuriyet öncesinde köylerinde kaderlerine terkedilen, insan bile sayılmayan kızlarımız, köylerinde öğretmen oluyordu.



Asrın liderimizin “ideoloji yükleme aracı” dediği köy enstitülerinde, Türkçe, matematik, fizik, kimya, resim, müzik, tarih, coğrafya, psikoloji, sosyoloji, pedagoji ve spor derslerinin yanısıra, sağlık, makine, motor, fotoğrafçılık, kooperatif, ziraat, bağcılık, seracılık, ağaççılık, sütçülük, konservecilik, hayvancılık, arıcılık, tavukçuluk, balıkçılık, ipekböcekçiliği, inşaat, demircilik, marangozluk, dokumacılık, biçki dikiş, ev idaresi, yemek dersleri vardı.

Meslek dersleri uygulamalıydı.

Kazmayı küreği alıyor, tarlaya çıkıyor, alternatif tarım teknikleri üzerine çalışıyorlardı, fırına giriyor, ekmek pişiriyorlardı.

Devletten ödenek almıyorlardı.

Kendi ürettikleriyle gelir elde ediyorlardı.

Kendi diktiklerini giyiyorlardı.

Laboratuvarları vardı, fizik kimya deneyi yapıyorlardı.

Bisiklet, motosiklet kullanmasını öğreniyorlardı.

Motorlu balıkçı teknesi kullanmasını öğreniyorlardı.

Tarih derslerini profesörler, hatta ordinaryüsler veriyordu.



Asrın liderimizin “milletin değerlerine karşı” dediği köy enstitülerinde, klasik müziği, Ankara Konservatuarı’nın saygın ustaları öğretiyordu. Halk müziği derslerini, Aşık Veysel, Ruhi Su gibi efsaneler veriyordu. Piyano, keman, akordeon, mandolin, bağlama çalıyorlardı. Orkestraları vardı. Türk müziğinin yanısıra, dünya müziğini, Mozart, Vivaldi, Beethoven, Bach dinliyorlardı.

Arkeoloji eğitimi alıyorlardı, Efes’e Bergama’ya Perge’ye Alacahöyük’e inceleme gezilerine gidiyorlardı.

Resim yapıyorlardı.

Tiyatro salonları vardı, kendileri tiyatro sahneliyordu.

Sinema salonları vardı.

Voleybol, futbol oynuyorlardı.

Kortları vardı, tenis oynuyorlardı.



Asrın liderimizin “milletin değerlerine karşı” dediği köy enstitülerinde, “her mezunumuz en az 150 klasik okumuş halde diploma almalı” diye bir gelenek vardı; Gorki, Tolstoy, Zola, Shakespeare okuyorlardı.

Hangi kitabı okuyacağına öğrencinin kendisi karar veriyordu.

Günlük gazeteleri okuyorlardı, dergi okuyorlardı.



Asrın liderimizin “ideoloji yükleme aracı” dediği köy enstitülerinde, asla “çocuklar” filan diye hitap edilmiyordu.

Birey’diler.

İsimleriyle hitap ediliyordu.

Eğitimde ceza değil, sevgi, saygı, hoşgörü esastı.

Dünyada eşi benzeri görülmemiş bir genelgeleri vardı, “öğrenci hakları” olarak bakılmıyor, “insan hakları” olarak bakılıyordu.

Bu resmi genelgeye göre, hiçbir öğretmen hiçbir öğrenciye el kaldıramaz, dayak atamaz, kötü söz söyleyemezdi.

Yurttaşlık bilgisi öğretiliyordu.

Düşünmek, sorgulamak öğretiliyordu.

Hukuk öğretiliyordu.

Demokrasi öğretiliyordu.

Her cumartesi günü, müdürler, öğretmen, öğrenciler aynı salonda buluşuyor, geride kalan haftayı değerlendiyordu. Ama... Bu değerlendirme, öğretmenlerin gözüyle değil, öğrencilerin gözüyle yapılıyordu.

Öğrenciler, korkmadan, çekinmeden, açıkyüreklilikle öğretmenlerini eleştiriyor, rahatsız oldukları konuları dile getiriyorlardı.

Öğretmenler ise, kendilerini savunmuyor, eleştirilen konuları bir daha yapmamak üzere sadece not alıyorlardı.



Köy Enstitüleri yoluna devam edebilseydi, Türkiye bugün Norveç seviyesinde olurdu, Fransa seviyesinde olurdu.



Atatürk’ün vizyonuyla, efsane eğitimcimiz İsmail Hakkı Tonguç’la birlikte Köy Enstitülerini kuran milli eğitim bakanımız Hasan Ali Yücel, “vatanın dağlarında bayırlarında kırlarında, hatta en ücra yerlerinde kendi başına açıp solan çiçek bırakmayacağız” diyordu.



Bu ideal midir milletin değerlerine karşı olmak?



Konya’nın Balcılar beldesinde, denetimsiz tarikat yurdunda gaz sıkışmasından patlama oldu, ortaçağ karanlığına teslim edilen 17 gariban köy çocuğu paramparça olarak hayatını kaybetti.

Sema henüz 10 yaşındaydı, Rukiye 11 yaşındaydı, Fadimana 12 yaşındaydı, Huriye 13 yaşındaydı, Hatice 14 yaşındaydı.



Adana Aladağ’da kontrolsüz tarikat yurdunda yangın çıktı, cahil cühela yobazlara emanet edilen 11 çaresiz köy çocuğu alevler arasında sıkıştı, diri diri yanarak can verdi.

Bahtınur henüz 10 yaşındaydı, Cennet 11 yaşındaydı, Nurgül 12 yaşındaydı, Gamze 13 yaşındaydı, Zeliha 14 yaşındaydı.



Karaman’da perdeleri sıkı sıkıya kapalı, izbe tarikat yurdunda 45 yoksul köy çocuğuna yıllarca tecavüz edildiği ortaya çıktı.

Hepsi erkek çocuğuydu, 9 yaşındaydılar, 10 yaşındaydılar.

8 yaşında olanlar vardı.



İzmir Dikili’de kuytu tarikat yurdunda, yedi yoksul köy çocuğuna tecavüz edildiği ortaya çıktı, zihinsel engelli çocuklara bile tecavüz edildiği anlaşıldı, tecrübeli polislerimiz bile çocukların ifadelerini dinlemeye dayanamadı, ağlaya ağlaya ara vermek zorunda kaldılar.

Hepsi erkek çocuğuydu, 11 yaşındaydılar, 12 yaşındaydılar.



Bu mudur milletin değerleri?



Tarikat yurdunda gariban üniversite öğrencisinin kafasını satırla gövdesinden ayırdılar, Mehmet 18 yaşındaydı.



En son, tarikat yurdunda ruhu esir alınan gariban üniversite öğrencisi canına kıydı, Enes 19 yaşındaydı.



8 yaşında.

10 yaşında.

14 yaşında.

18 yaşında.

Köy Enstitülerinin kapısına kilit vuran zihniyet, köy çocuklarını öldürmeye, yakmaya, tecavüz etmeye, intihara sürüklemeye, özgürlüklerini zorla ellerinden almaya devam ediyor.



Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür nesiller vizyonuyla, çocuklara “bayram” armağan eden dünyadaki ilk ve tek ülkeydik.

Kindar nesil vizyonuyla, çocuklarının hayatını “cehennem”e çeviren ülke haline geldik.



Ve... 100 yıl önce bilim’i rehber edinerek Köy Enstitüleri’ni kuran CHP’nin, 100 yıl sonraki genel başkanı, tarikat oylarına şirin görünmek için hâlâ “etik sebeplerden dolayı açıklama yapmayacağım” filan diyor.



(Chp ekranlarına çıkmak için etik ayaklarıyla eyyamcılık yapmak isterdim ama, aparat gazeteciliği bana göre değil maalesef.)



Faydasız olduğunu biliyorum, yine de, dört milyon sekiz yüz yetmiş beş bin dokuz yüz otuz altıncı defa, belki bu defa anlaşılır umuduyla, tekrar yazıyorum... Kurucu ayarlarından uzaklaşan Chp’yi geri almadan, Türkiye’yi geri alabilmek mümkün görünmüyor.